Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Kara kapaklardan fal tutan!

Sizi bilmem ama ben resimli kitabı oldum olası severim. Hikaye arasında soluklanmak, hikaye içinde başka bir hikayeye, başka bir tahayyüle dalmak, resmi yapanın metni yazanın imgeleminden süzülüp gelen yeni imgelemine uzanmak garip, heyecan verici bir deneyimdir. Resimli kitap bulamazsam da tabii doğru kitap kapağına. Bir metni okuyup onunla kurduğumuz ilişkiden yeni bir eleştiri metni yaratmak nasıl heyecanla doldurursa içimi, sözkonusu metni okuyup ondan süzülenlerle görsel düzlemde yepyeni bir şey yaratmak o kadar anlaşılmaz ve heyecan verici gelir. Sanatın çağrışımlarla dopdolu sularına girmek, sistemle doğaçlamanın ayırt edilemez çizgisinde gezinmek, sadece bir kitap fetişizmiyle açıklanamaz. Bibliyofillik gibi piyasa terimleri de yetmez buna. Ya da kapak tasarımlarını piyasa işidir, yayıncılık pazarlamasıdır diyerek bir kenara koymak olmaz. Saatte bilmem kaç görüntüye maruz kaldığımız bu sanal görüntüler dünyası içindeki patlamanın ortasında, elinize bir kitap alıp okuyorsanız eğer, onun görseliyle girdiğiniz ilişki de özel olacaktır ister istemez.

 


Ama elbette her elime geçen kitapta yaşamak da mümkün değil bunları. Aklıma hemen Leylâ Erbil’in Mustafa Horasan’ın desenleri eşliğinde yeniden yayımlanan Cüce’si geliyor. Ara ara kendime engel olamayıp rastgele bir sayfanın derinliklerine dalmayı seviyorum. Bir yanda Cüce’den bir parça, bir yandan bu parçanın çağrışımları havada uçuşup dururken onları yakalayıp bambaşka bir şeye çeviren Horasan’ın desenleri… Ya da Bilge Karasu’nun karanlık, gölgeli Gece’sine Tuncer Erdem’in çizimlerinin eşlik ettiği kitap… Ya da grafik tasarımını Hakkı Mısırlıoğlu’nun yaptığı Murathan Mungan’ın Şairin Romanı’nın kapağı ve romanın bölüm başları. Hikayeyi düşününce gözümün önünde beliren o lekevari şiirsel-fantastik görüntüler... Tabii hepsinin, içimde beliren hikayeye müdahale etmemesi, yazara, yazarın yarattığı atmosfere baskın çıkmaması koşulu vardır hep. Öyle ince, öyle zarif bir çizgidir ki, tutturulması tıpkı tarifi dünyanın en kolay tarifi olmasına rağmen hiç de kolay olmayan ekmek yapımı gibi! Önünüze çıkan her ekmeği yersiniz, lakin iyi bir ekmek kuşkusuz doymanın verdiği hazdan çok ötesine taşır ona zaten muhtaç olan zayıf insan bünyenizi…

 


Evet bazı kitaplar, kapak tasarımlarıyla, içindeki-dışındaki çizimlerle yer eder hafızaya, bazılarıysa o kadar çok farklı tasarımla basılmıştır ki, düşününce gözünüzün önüne hiçbir şey gelmez. İşbu yazının çıkış noktası olan Kara Kitap’a Giriş adlı bir kitabın 2014’de basılacağı muştusu, düşündürtüyor bana hep bunları. Biliyorum ki Kara Kitap da bu giriş kitabının yanı sıra basılacak, yeni bir Kara Kitap önümüze konacak.

 

 

 

 

Bugüne kadar sayabildiğim beş ayrı kapakla yayımlanmış Kara Kitap. Yok, Nobel Ödüllü bir yazara çok görmüyorum bunu. Ama buna rağmen, bunca canhıraş tanıtıma, reklama rağmen hiçbirinin görsel olarak akılda kalıcı olmaması da tuhafıma gidiyor doğrusu. Bir tek Can Yayınları’ndan çıkan klasik çerçeve içindeki karalığı hatırlar gibi oluyorum ve onu seviyorum sanırım en çok. Gösterişli ama eskimiş bir çerçeve içinden geçip karanlığa dalmak düşüncesi, en sevdiğim Orhan Pamuk romanının ruhuyla özdeşleşiyor içimde, ondan belki de…  

 

 

Şimdi diyeceksiniz ki, Pamuk transfer oldu, zaten çoksatan bir yazar olarak düzenli bir şekilde transfer olması da vaka-i adiyedendir, hem bak diğerlerine, geç bile kaldıydı, bu bizi heyecanlandırmaz, ama yine de haber olur, transfer dediğin şey de zaten biraz bunun için olur. Sen sevmişsin de, anlayamamışsındır işte, giriş kitabı şart tabii, hem onu oku hem de Kara Kitap’ın yeni kapağına dal da bize bakma hiç, önümüze konan yüzyılın kapağı olsa ne yazar… Ey Fikri, saflaştın iyice; şimdi durduk yerde hariçten gazel okuyup kitap kapaklarından fal tutmak niye? Roman iyi, reklamı ışıklı, yazarı zaten Nobelli…

 

 

Evet, haklısınız belki de, ben de zaten bir tür bibliyofil, evi kapaklarını çok sevdiğim kitaplardan mürekkep halk kütüphanesine çevirmeye meyilli bir okur olarak, içimden geçirdim bütün bunları, öylesine… Sizin Kara Kitap’ınız hangisi, diye edebi bir soruşturma açsam, edebiyat dergilerinde anket kutusu olsam, işi büyütüp genele yaysam, kapaklara çıksam, hiçbiriniz öyle demezdiniz ya, ona içerliyorum belki de…

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.