Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Kırmızı başlıklı kız satanist miydi?!!

Bütünüyle kuşkudayım… Geçtiğimiz hafta Pazar günü bir gazetenin pazar ekinde masallara dair bir yazıyla karşılaştım. Gizemli bir örgütün masallar aracılığıyla insanlığın bilinçaltına sızmaya çalıştığı üzerinde duruluyordu. Yazıda bazı ünlülerin de bu örgütle ilişkisi olduğu, örgüt tarafından yönlendirildiği söyleniyordu. Çeşitli hipnoz teknikleriyle bu insanların ikinci, üçüncü benliklerinin oluşturulduğu, şöhretlerinin bu farklı benlikler sayesinde elde edildiği… Aslında ayrıntılar önemli değil, bu tür bir okumanın doğruluğu ve yanlışlığı da öyle. Önemli olan içimdeki kuşkuydu. Masalların zaten bilinçaltımızdaki ve bilinçdışımızdaki arketipler tarafından yaratıldığını bilmek yetmiyor bu noktada. Eğer ki kuşkunun pençesine düşmüşsem hiç yetmiyor. Eminim siz de kulak ve göz misafiri olmuşsunuzdur, son zamanlarda yine çeşitli ünlülerle ilgili bu türden söylentilere, haliyle ben de oldum. Söz konusu Hollywood ünlülerinin yüzyıllardır yaşadıkları ya da Reha Muhtar’ın deyişiyle yaşatıldıkları söylentileri bastı ortalığı. Devamında yine tapınak şövalyeleri, masonluk, illuminati ve diğerleri…

 

 

Dünyanın göründüğü gibi, yani böylesine sığ, bayağı ve acı dolu olması gerçeğiyle yüzleşmek zor. Acaba bu yüzleşmenin zorluğundan mı, hep görünenin altında başka bir şeyler olduğuna inanmak istiyorum… Kötülüğün, ahlaksızlığın, yalanların ve savaşların altında, çiğ sahne ışıklarının arkasında bizden başka, bizden olmayan birilerinin bu pis işleri yürüttüğünü, yönlendirdiğini bilmek, görmek, duymak istiyorum... Ben ve sizler, hepimiz, belki öyle, belki değil ama yine de hep beraber bütünüyle kuşku duyuyoruz… Hiçbir şeyden değilse de, kendimizden…

 

 

Coelho’yu nasıl bilirdiniz?

 

Ancak gelin görün ki, kuşkularımın yersiz olmadığını bir yazarın yaşamıyla ilgili olarak kaleme alınan bir kitap doğruladı. Adı, “Bir Savaşçının Yaşamı”. Fernando Morais, Paulo Coelho’nun yaşamının izlerini sürmüş ve kaleme almış. Coelho, hangimizin tanımadığı bir yazar ki. Paraya para demese de öyle naif, biraz mistik, biraz ermiş yazar tadında, az miktarda kendi dünya görüşünü dayatmacı romanların yazarı… İnsanın kendiyle, sezgileriyle ve genelde dünyayla barışmasını salık veren barışçıl bir yazar da diyebiliriz, iyi niyetimizi devreye sokarsak. Ama o da ne, Coelho’nun yaşamı hiç de romanları kadar sıkıcı değilmiş meğer. Ve en ilginci barışçıldır diyebileceğimiz yazar, hayatının büyük bir bölümünde satanistmiş. Kitabın yazarı, Coelho’nun yaşamını ve günlüklerini didik didik eden Morais “Bu kitabın içinde her şey var… Seks, şiddet, uyuşturucu, az da olsa eşcinsellik, rock’n roll ve satanizm”, diyor. Evet, tevatür falan değil, bildiğimiz satanizmden söz ediyorum. Kan dökmeler, kurban vermeler, kara büyüler, ünlü bir yazar olabilmek için şeytanla anlaşma yapmalar…

 

 

Ahlakçılığı kendine şiar edinmiş bir insan değilim, lütfen yanlış anlaşılmasın, benden de bu konuda kuşku duyulmasın. Ancak, seks uyuşturucu falan bir yana satanizm çok bambaşka bir yaşam anlayışı. Hayatının bir kısmında şeytan denen kötülükle gönül birliği yapmış, kötülükten medet ummuş bir insanla karşılaşmak oldukça sarsıcı.

 

 

Peki, bu kadar tepki çekebilecek itirafları neden ve niçin dile getiriyor ya da daha doğrusu dile getirilmesine izin veriyor şimdi Coelho. Birileri gerçekten de görünenin ötesinde başka gerçekler var, düşüncesine bizi alıştırmak mı istiyor, yoksa başka birileri görünenin ötesindeki gerçeklerin farkına varmamız için yavaş yavaş harekete mi geçmek üzere… Coelho, yüzyıllardır yaşayan sinema starları ve pop müzik ilaheleriyle el ele tutuşup üzerime üzerime geliyor, hem artık masallara dalıp saf bir şeyler de çıkaramam, kurdun hakkından gelen kırmızı başlıklı kızın ormandaki avcıyla, kurban etme törenleriyle alakalı olarak, bilemediğim bir ilişkisi de olabilir çünkü. Bilemiyorum, bütünüyle kuşku duyuyorum…

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.