Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Köroğlu destanı üzerine destansı bir çalışma

Pertev Naili Boratav
Kırmızı Yayınları

“Hey kardeşler, hey dostlar, yolda belde, tavlada tarlada, kırda ovada durup da bizi dinleyenler, okuyanlar, dünyanın kaç bucak olduğunu soranlar, bilenler, hey yedi iklim dört bucağı gezenler, size bir destanımız var. İnsanoğlu şu dünyada neyi arar, arasa arasa dostluğu, kardeşliği arar, sözü uzatmak neye yarar... Biz başlayalım Köroğlunun hikayelerini anlatmaya birer birer.”  Böyle başlar Yaşar Kemal’in dilinden Köroğlu’nun destanı. Beylere, padişaha kafa tutan, iktidarın karşısına halkın kalesini kuran, yoksulun, aşığın, yiğidin, atından ayrı bir yaşam düşünemeyen Anadolu insanının destanı... Böyle başlar ya onun sade Yaşar Kemal’in değil cümle Anadolu’nun dili olduğunu da pekala biliriz. Destan, dünyanın diliyle anlatılır, dünyanın diliyle yazılır. Söz adına insanın içinde ve dilinde ne varsa destanda yazılıdır...

Peki neden Köroğlu? Türk destanları içinde en geç oluşan destandır da ondan. Yani bize, günümüze en yakın olan. Köroğlu’ndan yana şanslıyız, onu en son Yaşar Kemal “Üç Anadolu Efsanesi”nde kaleme almış, halk edebiyatının Türkiye’deki belki en önemli araştırmacısı Pertev Naili Boratav da, derinlemesine incelemiştir. Pertev Naili Boratav’ın şu an elimizde bulunan çalışması “Köroğlu Destanı” konusu itibariyle de biçimiyle de başlı başına bir destan, çünkü söz konusu çalışma bu konuda yapılmış ilk ve tek çalışma olma özelliğini taşıyor. Keşke öyle olmasa; ortalık destanlara dair yapılan incelemelerden, araştırmalardan geçilmese de, toplumsal belleğini yitirmemiş, kendi dilini unutmamış bir edebiyata sahip olsak, hep bir ağızdan hayata getirdiğimiz o en büyük hikayelere yeni hikayeler ekleyebilirdik belki o zaman.

Köroğlu’nun hikayesi herkesin malumu. Boratav, öncelikle Köroğlu’nun nakillerini bir araya getirip bütün nakilleri okur için karşılaştırma fırsatı sunuyor. Azeri, Özbek, İstanbul, Tobol ve çeşitli Anadolu nakilleri arasında 60 sayfalık Paris rivayeti en uzunu, 6 sayfalık Tobol rivayeti ise rivayetlerin en kısası. Köroğlu adı Anadolu ve Azeri rivayetlerinde körün oğlu anlamına gelirken, Özbek rivayeti bu noktada ayrılıyor. Bu rivayete göre “kur” oğludur o, “kur” mezar anlamına gelir ve Kuroğlu mezarda doğduğu için bu adı almıştır. Destanın daha adından başlayarak pek çok farklı motifi vardır. Ancak kır at hemen her rivayette dikkat çekici biçimde aynıdır. Her anlatımda olağanüstü özellikleriyle yer alır ve zaman zaman Köroğlu’nun bile önüne geçtiği görülür. Onun babası denizden çıkıp gelmiş, sudan doğmuştur, bir metre balçığın üzerinden ayaklarına hiç çamur bulaşmadan geçer gider ve öyle hızlıdır ki koşarken kanatlanıp uçar...

Köroğlu kır atıyla dağlara sığındıktan sonra beye, padişaha karşı isyan bayrağı açar ki yanında pek çok cesur, yürekli savaşçı arkadaşları vardır. Arap Reyhan, kasap oğlu Ayvaz, Kenan Bey, Hoylu Bey, Köroğlu’nun oğlu Hasan, Azerbaycan’dan Rumeli’ye uzanan topraklarda yaşayanların, Anadolu insanının çeşitli karakteristik ve kültürel özelliklerini taşıyan kahramanlardır hepsi. Cesaretin, mertliğin, yiğitliğin yanı sıra korkuları, zaafları da olan kahramanlardır bunlar hatta düşmanlarını da kendileri gibi dürüst zannedecek derecede saftırlar. Çoğu Köroğlu’yla bir sebepten dövüşmüş, önceleri onun düşmanı olmuş ya da onun tarafından kaçırılmışlardır zaten. Ve daha sonra ait oldukları yere, yoksulun, zayıfın, doğa ve insan sevgisiyle dolup taşanların yanına, Köroğlu’nun yanına gelmişlerdir. Ve kadınlar... Rivayetlerin hemen hepsinde görülüyor ki destanın kadınları erkeğe yoldaş, adı geçen, sözü dinlenen, uğruna pek çok şey verilen kahramanlardır. Adalet duyguları da gelişkindir, ailelerine, eşlerine de bağlılardır.

Köroğlu destanında görülen birçok öğe onun karakteristiğini belirler, kır ata, kılıca eşdeğer nitelikteki ölümsüzlük motifine kör gözlerin mucizeyle açılması motifi eklenir,  Köroğlu’nun savaşlarını melekler izler, her daim Hızır’la birlik olunur... Köroğlu anlatılarının bilinen yirmi dört çeşitlemesi vardır, Boratav’ın tespitlerine göre bu çeşitlemeler farklılıkları ile beraber bütünlüklü bir yapıyı da oluştururlar ve kendilerinden önce gelen destanlardan, halk anlatılarından beslenirler. Köroğlu’nu okurken ondan önceki çağların destanlarını da okumuş oluruz bir anlamda.
Boratav’ın çalışması sadece rivayetleri ve karşılaştırmalarını içermiyor elbette. Yazar, destanın etkilerini, destanı etkileyen, dini, tarihi, yöresel unsurları da gözler önüne seriyor. Ve bu anlamda “Köroğlu Destanı” toplumun bilinçaltına işlemiş bir büyük hikaye eşliğinde zengin bir kültürel tarih okumasına dönüşüyor.
“Köroğlu Destanı”, edebiyatla ilgilenen ve toplumsal bellek üzerine düşünenler başta olmak üzere hiçbirimizin göz ardı edemeyeceği öneme haiz, büyüleyici bir çalışma... Akıldışı tarihi komplo teorilerine kafa yormak yerine, biraz da destan araştırmalarına yönelinse, dedirtiyor insana.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.