Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Yeni medya alanları, sarsılan iktidarlar ve edebi ahlaka dair...

Henüz on beş yaşında bir genç kızmış ve doğunun en uzağında ta Japonya’da yaşıyormuş. Onunla ilgilenmemize yol açacak hikayesi ise bir gün internette cep telefonu ile ücretsiz mesajlar gönderilerek hikayeler, hatta romanlar yazılmasına olanak tanıyan bir site keşfetmesiyle başlamış. Genç kız Bunny diye bir takma ad koymuş kendine ve harıl harıl yazmaya başlamış, ders aralarında, yemek yerken, yürüyüş yaparken, kısacası her vakit buldukça mesaj üzerine mesaj gönderir olmuş siteye. Gönderdiği mesajlar üst üste konup da koca bir roman formatına geldiğinde kitabı yayımlamışlar. Kurt Çocuk ve Doğal Kız: Tam 110 bin satış rakamı, Bunny’nin kazandığı 611 bin dolar! Japon edebiyat eleştirmenleri hop oturup hop kalkıyorlarmış şimdilerde ya, Sabitfikir’in Haber bölümünde “Sms’le roman yazdı 110 bin sattı” başlığı ile yayımlanan bu haberde onların hop oturup hop kalkma sebepleri belirtilmemiş: Kitabın yazılma ve yayımlanma biçimine mi kızıyorlar, yoksa Kurt Çocuk ve Doğal Kız’ı bir edebiyat eseri olarak zayıf mı buluyorlar ya da on beşinde çocuk denecek yaştaki bir küçük  kızın cüretine ve bunun sonucunda elde ettiği kazanca mı sinir oluyorlar?

Elbette Kurt Adam ve Doğal Kız’ın nasıl bir roman olduğunu, hatta genelgeçer kurallara göre bir roman olup olmadığını bilemeyiz. Ancak bizi ilgilendiren şey edebiyatın teknolojiyle birlikte öncelikle yayılım ve dolayısıyla da yaratım noktasında çok büyük, temel bir değişim geçirdiği. Yayım olanağı değişip arttıkça, yaratım biçimlerimiz, yönelimlerimiz de değişiyor gibi. Yeni alanlar, yeni içerikleri üretiyorlar ister istemez. 

Bunny’nin telefonu Emily Dickinson’ın ceplerine doldurduğu ve her vakit buldukça yazdığı not kağıtlarının yerini alıyor burada şekil olarak, internet sitesi ise belki mezhebi geniş, beğeni çıtası çok da yüksek olmayan bir yayıncı... Hal böyle olunca edebiyat otoritesi dediğimiz kişilerin iktidarı ciddi bir sarsıntı geçiriyor. Bu türden kazanılmış her başarı, içeriği ne olursa olsun bu iktidarın gün gelip alaşağı edileceğini gösteren bir tür kırmızı alarm gibi.

Jüriler, eleştiremeyen eleştirmenler, önderliği hazmedemeyen kanaat önderleri ve edebiyat adına hareket ediyormuş gibi yapıp para için hareket eden piyasa insanları arasına hapsolmuş edebiyat, özgürlüğün kapılarını teknolojiyle zorluyor belli ki. Bu zorlamanın kaynağında ise en çok yazarların, gerçek yazarların saf tutmaları bekleniyor. Klasiklerin sosyal paylaşım sitesi versiyonları değil belki ama Paulo Coelho gibi romanlarını buradan yazan ünlü yazarlar ya da kitabını basacak yayınevi bulamayınca bu sitelerin olanaklarından faydalanan yazar adayları, bu anlamda şimdi hakir görülseler de, söz konusu saf tutmanın ilk örnekleri belki de. Piyasanın tüm aktörleri bir yana yeni medya alanlarının olanaklarından en çok yazarların faydalanacağını zaman gösterecek hepimize.

Hırsızlığı ödüllendiren “otorite”

Edebiyat otoritelerinin giderek yaklaşan ölümünü “Eser Hırsızlığında Son Nokta” başlığıyla verilen başka bir haberde (Radikal- 26.02.2010) de görüyoruz. Bu kez kahramanımız 17 yaşındaki bir Alman genç kız: Helene Hegemann. Berlin’in gece hayatını keşfeden bir gençkızın hikayesini hayatını anlattığı “Axolotl Raodkill” adlı romanı Alman gazeteleri ve edebiyat çevrelerince yere göğe konulamıyor ilk önce. Ancak kısa bir süre içinde bir Blog yazarı Helene’in  başka bir kitaptan kaynak göstermeden bire bir kopyaladığı bölümler olduğunu fark edip ortaya çıkarınca başka bir kıyamet kopuyor ya, nafile. Haberin bu bölümünü aynen aktarıyorum: “Leipzig Kitap Fuarı jürisi eser hırsızlığı suçlamalarına rağmen kitabı büyük ödüle aday gösterdi. ‘Tamamen temiz bir yapıt olmadığı açık’ dedi jüri üyelerinden Volker Weidermann, ‘ama metne duyduğum hayranlığı değiştirmiyor. Bence bu da kitabın konseptinin bir parçası’. Yazar, kaynağını açıklamadığı için özür dilediyse bile kendisinin yeni bir kuşağın üyesi olduğunu söyleyerek kitabını savundu. ‘Artık orijinal diye bir şey yok’ dedi açıklamasında. ‘Sadece otantiklik var’”.

İlk bakışta edebiyatta, esinlenme ile hırsızlık arasındaki o çok narin çizgiyi düşündürse de bu olay, esas bu tür bir yaklaşımı doğal kabul edip onu ödüllendiren “otorite”nin yapısına yönlendiriyor zihinlerimizi. Böyle bir şeyin daha önce olmadığını kimse söyleyemez ama bu kadar açıktan açığa dile getirilmiş miydi, bilemiyorum. Genç yazarın “otantiklik” derken kaynak göstermeden kopyalamayı kastettiği ise çok açık; kopyala-yapıştır otantizminin tarihin sayfalarında kaybolacağı kadar açık...

Kehanet olmaktan çıktı artık; yeni medya alanları, edebiyatta “otorite”nin hem el hem de biçim değiştirmesine yol açıyor, çok da iyi oluyor.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.