Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

			

Kulis


Kulis

''İnsan Ancak Kendine Dışarıdan Bakınca Hakikati Fark Edebiliyor''




Toplam oy: 137
Sinan Sülün çağdaş Türk edebiyatının iyi yazarlarından. Karahindiba adındaki öykü kitabıyla büyük beğeni toplayan yazar, sonrasında ilk romanı Kırlangıç Dönümü’nü yayınladı. Şimdiyse Fazlalıklar adını verdiği, öykü ve roman arasındaki sınırları zorlayan, bence novella diyebileceğimiz sarsıcı metinlerden oluşan yeni kitabıyla okurlarını selamladı. Sinan Sülün’le yeni kitabı üzerine konuştuk.

 

 

 

- Üretken bir yazarsın ama seyrek kitaplar yayınlıyorsun, neden?

- Dergilerde veya başka mecralarda yazmak kitaba göre daha kolay. Çünkü metin olarak kısa ve güncel yazıyorsunuz. Kitap yazarken düşüncenin katmanlarında gezinmeniz, okumalar yapmanız, metni dinlendirmeniz, bir kanaviçe işler gibi ince ince dokumanız gerekiyor. Bu da ister istemez bir zaman alıyor.

 

- Roman/hikâye eksenine nasıl bakıyorsun. İlk kitabın Karahindiba öykülerden oluşurken, Kırlangıç Dönümü’nde romanla selamladın okurunu, bu kez Fazlalıklar’la yeniden öyküye dönmüş görüyorum seni… Neden?

 

- İlk kitabım Karahindiba’dan beri aynı şeyi düşünüyorum. Bir metni yazarken bu roman mı yoksa hikâye mi olur diye yazmıyorum. Bir derdim var. Dünyayla, hakikatle, kendimle… Bu dertleri anlatmak için yazıyorum.

-Ben gerçi Fazlalıklar’daki metinleri hep bir novella tadında okuduğumu düşünüyorum. Kısa ama vurucu metinler yazmışsın, eline sağlık.


- Teşekkür ederim.

- Fazlalıklar’ın ortaya çıkışı nasıl oldu, biraz anlatır mısın?

- Eduardo Galeona’nın yazma süreciyle ilgili çok güzel bir ifadesi vardır. “Kelimeler gelip kapımı çaldıklarında onları içeriye alıyorum.” Ben de aynı Galeona gibi düşünüyorum. Zarif’in hikayesinde olduğu gibi her kahraman görünmek için, kendi hikayesini anlatmak için bir yer arıyor kendine. Zarif’in, Kemal’in ve Hikaye Anlatıcısı’nın ortaya çıkmak için buldukları yol benim zihnim oldu. Bir fikir olarak dünyaya gelmeyi seçtiler.
Kitabın ismi ise, Ahmet Karamustafa’nın Tanrının Kuraltanımaz Kulları kitabında anlattığı hikâyeden geliyor. Geçmişten bugüne bazı insanlar bu dünyanın “fazlalıkları” oldu. Kimi kendini fazlalık olarak hissetti, kimini içinde yaşadığı toplum veya iktidar fazlalık olarak gördü, kimi de fazlalık olduğunu bilmeden yaşayıp öldü. O yüzden bizim gibi insanları anlatacak en iyi isim Fazlalıklar’dı.

- Önceki kitapların ‘aşk’a odaklanırken, bu kitabın tükenişi/kaybedişleri merkezine alıyor… Metinlerdeki değil elbette duygulardaki (aşk ve tükeniş bağlamında tabii) bu düşüş neden?
- Dediğin gibi bir düşüş var mı bilmiyorum… Aslında aşk çoğu zaman anlatmak istediklerimin merkezinde yer almadı. Bir fon, bir biçim olarak, söylemek istediklerimi anlatmanın bir yolu olarak var oldu. Aslında bütün kitaplarımın ortak tek bir noktası var diyebilirim. Üç kitabımda da bütün karakterler “fazlalıktı”. Gerçekleri diğer insanların gerçekleriyle örtüşmeyen, kendilerini öteki hisseden ve bu dünyayı farklı türlü algılayan kahramanlardı.
- Şu cümle beni okurken müthiş derecede etkiledi mesela: “İnsan felaketlerden, hastalıklardan, yalnızlıklardan ölmüyor, (…) sözcüklerden ölüyor… Seni artık sevmiyorum’dan, bekleme artık beni’den, Ece ayrılıyor’dan, kaza geçirdi yenge’den, baban hiç değil’den, alışmaktan, maaleseften, keşkeden ölüyor.” Ne güzel anlatmışsın, birkaç sorudur sormak istediklerimi aslında!
- Hikaye Anlatıcısı bölümünde yer alan “Her Şey Olmak İsteyen Adamın Hikayesi”nde genç adam uzun süre bir ağacı izledikten sonra Derviş’e şöyle söyler: “İnsan da aynı bu ağaç gibidir efendim. Vakti gelince ölür. Herkes iyi yaşamaktan söz eder. Fakat iyi de ölmek gerekir. Ne ağaç, ne ağacın dalındaki kuş, ne de onları seyreden insan. Hiçbiri tek bir hayat yaşamaz. Bir ağacın içinde kaç ağaç, bir kuşun içinde kaç kuş, bir insanın içinde kaç insan vardır kim bilir. Her biri bir ömür boyunca doğar, yaşar, ölür. En son gördüğümüz sadece bir görüntüdür.”
Çoğu insan ölümü bedenin yok olması olarak algılar. Evet, zamanı lineer düşündüğümüzde yaşam ve ölüm net çizgilerle birbirinden ayrılır. Oysa zamanı döngüsel kabul edersek her şey iç içe geçer. Otuz sene boyunca aynı işe gidip gelen, en sevdiği insan öldükten sonra hayatına devam etmeye çalışan, alışkanlıkların konforunda kaybolmuş bir insan ne kadar yaşıyor sayılabilir.

-Kitaptaki bir diğer hikâyedeki şu duyguyu da konuşalım isterim: “Benim gibi fazlalıkların ilk amacı sıfır olabilmektir. Yani anlayacağın, başkalarının başlangıç noktasına bizim varış yerimizdir.” Gene metin içinden bir cümleyi sana soru olarak sorayım: Gördüğümüz her şey bir yanılsama, gerçek dediğimiz şey bir rüya, rüya dediğimiz şey kurgulanmış bir gerçeklik midir?

- Mevlana Mesnevi’sinde dünyaya ve kendimize mesafeli olmamızı söyler. Aynı mesafeyi Sokrates’te, Buda’da, İbni Arabi’de görürüz. İnsan ancak kendine dışarıdan bakınca hakikati fark edebiliyor. Kemal de kırk yaşında kendini tanımaya, kendine dışarıdan bakmaya başlıyor. Gerçeği de o zaman anlıyor. Oyunun dışına çıkmaya, kendisi olmaya karar veriyor.

“GELENEKSEL ANLATICILIK BIÇIMLERINI KULLANARAK ESKI HIKÂYELERE BENZER HIKÂYELER YARATMAK ISTEDIM.”
-Kitabın son hikâyesi senin son dönemde yoğun emek verdiğin bir alana dair... Biraz anlatır mısın, kendi hikâyenden yola çıkarak, kitaptaki hikâyeye vararak. Nasıl bir deneyim “hikâye anlatıcılığı” üzerine eğitimler vermek?
- Hikâye anlatıcılığının iki farklı alanıyla ilgileniyorum. İlki “İş Yaşamında Hikayeleştirme” dediğimiz alan. Uzun zamandır bu alanda kurumlara eğitimler ve danışmanlıklar veriyorum. Joseph Campell, Cristopher Booker ve Robert Mckee’nin bu disiplinde ortaya çıkardıkları algoritmaları ve metodolojileri iş dünyasında ve kendi hikayemizi oluştururken nasıl kullanabileceğimizi insanlarla paylaşıyorum.
Diğer taraftan hikâye anlatıcılığını kadim Anadolu geleneği olarak inceliyor, okuyor ve üzerine düşünüyorum. Hikâye anlatıcısında anlattığım hikayeler bu geleneği takip ediyor ve bize geçmişten bugüne anlatılan menkıbelerdeki gibi hakikati bir hikâyenin içine saklayarak veriyor.
Kitabı okuyan birçok insan hikâye anlatıcısının anlattığı hikayelerle ilgili “Sen mi yazdın yoksa bir yerden mi aldın?” diye soruyor. Çünkü daha önceden böyle bir şey okuduklarına, bildiklerine dair bir hisse kapılıyorlar. Benim yapmak istediğim de buydu aslında. Geleneksel anlatıcılık biçimlerini kullanarak eski hikayelere benzer hikayeler yaratmak istedim. İnsanların böyle hissetmesi, sen mi yazdın diye sorması bunu iyi bir şekilde yapabildiğimi gösteriyor.
-“Aşk kalbin, düş ruhun, hikâye yazarın fazlalığıdır,” diye bitiyor kitap. “Fazlalıklar”dan çok keyif aldım. Bundan sonraki yazarlık maceranın yol haritası belli mi, yoksa yazının ya da hikâyenin götürdüğü tarafa mı gideceksin?
-Kırk yaşımdayım ve artık şunu biliyorum ki insanın bir yol haritası olmuyor. Olamıyor. İnsan hayatın öznesi olduğu yanılsamasına kapılıyor. Spinoza’nın dediği gibi, “Havaya atılan bir taş düşünebilseydi, kendi isteğiyle yere düştüğünü sanırdı.” Buna ister kader deyin, ister tesadüf, her insan için çizilen bir yol var. Ben yolu ve kendimi izlemeye, bu yolun karşıma çıkaracağı iyi ve kötü ne varsa kabul etmeye razı oldum. O yüzden bundan sonrasını bilmiyorum. Hikayemin beni nereye götüreceğini, bundan sonra neler yazacağımı veya anlatacağımı ben de sizler gibi merak ediyorum.


Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Kulis Yazıları

 

 

 

 

Yeni romanınız Empedokles’in Dostları, Novalis’in “Romanlar Tarih’in kusurlarından doğar” sözüyle açıldığına göre, size tarihin hangi kısmı kusurlu geldi ve bu yeni romanınız ortaya çıktı?

 

 

 

 

 

Füruzan Yolyapan Hanım’la 9 yıl önce tanıştınız. Bir sohbetten kitaba giden yolculuğu dinlemek isteriz.

 

 

 

 

 

İlk eseriniz Muhtelif Evhamlar Kitabı’ndaki öykülerin tadı damağımızda kalmıştı ve siz, araya beş yıl gibi uzun bir süre koydunuz. Şimdi Kum Tefrikaları çıkageldi. Geçen sürecin edebi kısmını kısaca anlatır mısınız, neler yaptınız?

 

 

 

 

 

Son bir yıl içinde art arda iki ilginç roman yazdınız. Tarihimizdeki yer almış figürlerin hayat hikâyelerini romanlaştırmayı tercih ediyorsunuz. Sizin açınızdan önemi nedir bu karakterlerin?

 

 

 

 

Şermin Hanım, Deli Tarla’nın ortaya çıkışı, içindeki öyküleri bir araya getirme maceranızla başlayalım isterim…

 

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.