Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

			

Kulis


Kulis

Postmodern Öykü Denince: Jorge Luis Borges




Toplam oy: 71
Jorge Luis Borges’in öykülerinde görülen çok seslilik, metinlerarasılık, gelenekle kurulan bağ, parodi, ironi, pastiş yaklaşımları postmodern öykülerin en parlak örnekleri arasında sayılır. Üstkurmaca, gerçek ve gerçek dışının iç içe geçmesi, dil oyunları, metinde anlatıcının sürekli devrede olması, tamamlanmamış anlatılar, çoğulculuk, çok katmanlılık onun öykü anlayışının özellikleridir. Alef de bu anlatım biçimlerine yaslanır.

 

 

 

Modern öykünün öncü, yol açıcı öykücülerinden Jorge Luis Borges’in (1899-1986), Türkçedeki en iyi öykü toplamlarından biri çevirmenleri Tomris Uyar, Fatih Özgüven, Fatma Akerson, Peral Bayaz olan Alef adlı eseridir. Onun özellikle temel vurguları olan labirentler, rüya ve zaman bu kitaptaki öykülerde belirgin bir şekilde yer alır.

 

Borges öyküye farklı bir bakış açısı getirirken, edebiyatı, kültürü, sanatı öyküsünün öznesi yapar. Dünyanın bütün dillerine, kültürlerine, yazarlarına, sanatçılarına, şairlerine, sonra ansiklopedilerine, masallarına, kutsal kitaplara uzanır ve bütün bunları imgelere dönüştürerek öyküye boca eder. Bu yüzden Borges tümüyle bir kavram, kültür, felsefe öykücüsüdür. Neredeyse bütün bir insanlık tarihini yeniden yorumlamaya girişir. Apaçık düş gören bir vakanüvistir o. Kitaplar, metinler, yazarlar arasında gidip gelir. Kitaplar pek çok öyküsünün ana temasıdır. Kahramanlar, yazarlar, görüşler yeniden üretilir. Tarih, mitoloji, teoloji öyküyü kaplar. Öyküleri, bir yazarlar, kitaplar galerisi gibidir. Şairler, krallar, gezginler dolaşır öykülerde. Hiç ilgisiz bir durumda kitap devreye girer. Birazdan gangsterler tarafından öldürüleceğini bilen adamın elinde İlahi Komedya vardır. (“Bekleyiş”).

Yazıyı yaşayan ve büyüyen bir şey olarak görür. Ona göre insanlara yön veren kitaplardır. Kitaplar insanlığın birikimidir. Dünya edebiyatını bir orman olarak niteler ve burada gezinir. Ancak kimi vakit bu orman yakılır. (“Tanrıbilimciler”, “Meclis”) Kitapların toplu yakılmalarını sembolik bir vurgu olarak sık sık anar. Pek çok öyküsü kitaptan ulaşılan bir bilgi üzerine oluşur. Zaman zaman kitaplar ve labirenti iç içe işler. Hatta bunların aynı şeyler olduğunu vurgular.
Zamanlar arasında gider gelir
Borges kuralcılığı reddeder. Söylenecek her şey söylenmiştir, bu yüzden de ne yaratımdan ne de orijinallikten söz edilebilir. Metin dışı imkânsızdır. Özgünlük yoktur, her şey kopyadır, taklittir. Bütün yorumlar birbirinden ürer. Güzellik, estetik duygusu seçkinciliktir ve reddedilmesi gerekir. Ona göre yenilik saçmadır. Her şey daha önce yapılmıştır. Yeni bir şey yaratabileceğimizi sanmak derin bir aldanıştır.
Görünen gerçek aldatıcıdır, en küçük şeyle bile bütün varlıklar kavranabilir, aynalar gerçekleri çoğalttığı için kötüdür, ölüm bilindiği için problem değildir, asıl problem sonsuzluktur. Borges özellikle zaman kavramını önemser. Onun için durağan, donuk bir zaman yoktur. Sürekli zamanlar arasında gider gelir. Şövalye kılıçlarıyla kabadayı bıçakları aynı öyküde parlar. Düş ve gerçek, dün ve bugün, tarih ve güncel birbirine karışır. Çünkü zaman gerçek dışıdır. “Öteki Ölüm”de birden fazla zaman olduğunu, psikolojik zaman fikrini ve zamanı geri çevirmeyi işler. “Öteki Ölüm”, geçmişteki bir olayın değişip değişmeyeceğini tartışır. İç savaşın birinde savaştan kaçan, korkan bir kahraman daha sonra korkaklığı yendiği için geçmişini de değiştirmiştir. Artık o savaştan kaçmamış gibidir. Kitaba da adını veren “Alef”te, yeryüzündeki bütün yerlerin, her açıdan, açık seçik, birbirine karışmadan, göz kamaştırmadan göründüğü dünyadaki tek nokta olan Alef anlatılır. Öyküde evrenin kökeni ve sonsuzluk düşüncesi gündeme getirilir. Bu noktadan (Alef’ten) bakan kişi evreni görüp onu kucaklasa da anlatamaz. Dil yetersizdir. Bakan gözlerin yakaladığı şey eş zamanlıdır, ama bunu yazıya dökünce zaman içinde sıralanmak zorundadır. Çünkü dil sıralayıcıdır.
Cesaret, ayna, labirent, zaman etrafında öykülerini kurgularken hep bir düş öykücüsü olduğunu öne çıkarır. Ona göre “yazın güdümlü bir düşten başka bir şey değildir.” Gerçeğin kavranması yüzeyden mümkün değildir. Bu yüzden gerçek dünya ile fantastik dünyanın ayırt edilemeyeceği görüşündedir. Hem gerçek hem düşsel karakterleri aynı öyküde karşı karşıya getirir. Anlattığı her öyküde aynalar, labirentler ve simetrilerle karşılaşan Borges aslında apaçık bir masalcıdır da. Düş gören, gördüğü düşleri masallara dönüştürüp anlatan çağdaş bir masalcı. O, Binbir Gece Masalları’nın rüyalarını öyküsüne taşır. “Eşikteki Adam” öyküsünde şöyle denir: “Hikâyede belli bir eskil sadelik olduğunu söylemek gerek, bunun gözden kaçırılması yazık olur - doğruca Binbir Gece Masalları’ndan fırlama bir şey.” Onun yorumuna göre hayat, uyku ve uykusuzluk, gerçek ve düş olarak ayrıştırılamaz. Pek çok öykü kahramanı için düş/rüya bir yol gösterici, rehberdir. Jorge Luis Borges fantastik anlatımı önemseyen yazarlardandır. Ona göre yüzeysel yaklaşımla gerçeğin kavranması mümkün değildir. Bu yüzden gerçek dünya ile fantastik dünyanın ayırt edilemeyeceği görüşündedir.
Metinlerarası ilişkiler kurar
Labirent sıklıkla başvurduğu metaforlardan biridir. Kitaptaki labirentte bir ölümün anlatıldığı “Labirentinde Ölen Kral İbni Hakan El-Buhâri” öyküsünde labirent şöyle tarif edilir: “Yalanların en büyüğünden başlayacağım- o akıl almaz labirentten. Bir kaçak labirente saklanmaz. Kendisine denize bakan dik bir kayalığın tepesinde her gemideki mürettebatın en uzaktan bile görebileceği kızıl renkte bir labirent yaptırmaz. Bütün dünya zaten bir labirentken kendi kendine ne diye labirent yaptırsın? Londra, gerçekten saklanmak isteyen biri için, bütün koridorları bir gözetleme kulesine çıkan bir yapıdan daha iyi bir labirenttir.” Alef’teki diğer “İki Kral ve İki Labirent” öyküsünde misafiri olduğu Babil kralının kendisine oynadığı labirent tuzağından kurtulduktan sonra onu daha büyük bir labirente, dünyaya, uçsuz bucaksız çöle bırakarak intikamını alan bir başka kralın hikâyesi anlatılır.
Jorge Luis Borges’in öykülerinde görülen çok seslilik, metinler arasılık, gelenekle kurulan bağ, parodi, ironi, pastiş yaklaşımları postmodern öykülerin en parlak örnekleri arasında sayılır. Hem gerçek hem düşsel karakterleri aynı öyküde karşı karşıya getirir. Bütün bunlar da postmodern öykü anlayışının önemli özellikleridir. Metinler arası ilişkiler onun en tipik anlatım özelliklerinden biridir. Kitapları, şairleri, romancıları, öykücüleri öykülerin merkezine oturtur. Orada, bu büyülü dünyada gezintiler yapar. Üstkurmaca, gerçek ve gerçek dışının iç içe geçmesi, dil oyunları, metinde anlatıcının sürekli devrede olması, tamamlanmamış anlatılar, çoğulculuk, çok katmanlılık onun öykü anlayışının özellikleridir. Alef de bu anlatım biçimlerine yaslanır.


Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Kulis Yazıları

 

 

 

 

Yeni romanınız Empedokles’in Dostları, Novalis’in “Romanlar Tarih’in kusurlarından doğar” sözüyle açıldığına göre, size tarihin hangi kısmı kusurlu geldi ve bu yeni romanınız ortaya çıktı?

 

 

 

 

 

Füruzan Yolyapan Hanım’la 9 yıl önce tanıştınız. Bir sohbetten kitaba giden yolculuğu dinlemek isteriz.

 

 

 

 

 

İlk eseriniz Muhtelif Evhamlar Kitabı’ndaki öykülerin tadı damağımızda kalmıştı ve siz, araya beş yıl gibi uzun bir süre koydunuz. Şimdi Kum Tefrikaları çıkageldi. Geçen sürecin edebi kısmını kısaca anlatır mısınız, neler yaptınız?

 

 

 

 

 

Son bir yıl içinde art arda iki ilginç roman yazdınız. Tarihimizdeki yer almış figürlerin hayat hikâyelerini romanlaştırmayı tercih ediyorsunuz. Sizin açınızdan önemi nedir bu karakterlerin?

 

 

 

 

Şermin Hanım, Deli Tarla’nın ortaya çıkışı, içindeki öyküleri bir araya getirme maceranızla başlayalım isterim…

 

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.