Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap


Esin Esen ile söyleşi: "Sözün ruhu" İstanbul'da


Esin Esen ile söyleşi:


"Sözün ruhu" İstanbul'da

 

ECE KARAAĞAÇ

 

Coğrafya, üzerinde yaşayan insanlar kadar onların sözünü de etkiliyor. Her ülke süreç içinde kendi dilini buluyor, kendi estetik anlayışını geliştiriyor ve kendi edebiyatını yaratıyor. Ama elbette farklı kültürlerin birbirine temas edebileceği noktalar her zaman mevcut; en azından köprüler kurmak mümkün oluyor. Klasik Japoncadan çeviri yapabilen nadir isimlerden biri olan Esin Esen de Japonya’nın köklü edebiyatını Türk okuruna ulaştıran bir köprü mesela. Kendisi üstelik Japon ve Türk kültürleri arasında bir bağlantı kurmak fikriyle yola çıkan Kotodama İstanbul’un da kurucusu.



Klasik Japoncadan çeviri yapabilen nadir isimlerden birisiniz. Sizi bu alana yönlendiren ne oldu?

 

Klasik Japoncadan çeviri yapma düşüncesi, hayranı olduğum Japon Heian Kadın Edebiyatını Türkçeye aktarma isteğiyle doğdu. Doktoramı klasik Japon edebiyatı üzerine yaptım. 7. ve 10. yüzyıl Japon kadın edebiyatı da uzmanlık alanım. Tezimde kullandığım kuram, okuyucunun metni nasıl algıladığı ile ilgiliydi; bu da algının nasıl tercüme edileceği üzerinde odaklanmamı sağladı, bu sayede de çeviribilime yönelmiş oldum. 1990'lardan beri İspanyolca, Japonca, İngilizce dillerinde çevirinin hemen her alanında yer aldım.


Uzmanlık alanınızdan yola çıkarak devam edecek olursak... Japon kültürü görece konservatif bir kültür, en azından uzaktan bakınca algılanan bu. Peki böylesi bir toplumda öncelikle kadının yeri hakkında neler söyleyebilirsiniz?

 

Japon toplumu başlangıçta anaerkil ya da çift-erkilli olarak kabul ediliyor. Kadının din, toplum, yönetim gibi pek çok alanda önemli bir yeri var. 7. yüzyıldan sonra ise Budizm ve Konfüçyüsçülüğün Japonya'da güçlenmesiyle birlikte kadın giderek bu konumunu yitiriyor. 17. yüzyıla gelindiğinde de askeri yapının hâkim olduğu Japonya'da dönemin dini inanışına göre "erdemli bir kadının" konumu, genç kızlığında babasına, evliliğinde kocasına, dul kaldığında oğluna "itaat etmek" olarak belirleniyor. Japon modernleşmesi ile birlikte gündeme gelen kadın modernleşmesi, özellikle kadın gücüne ihtiyaç duyulan savaş dönemlerinde ivme kazanıyor gerçi ama Japonya'da bu ataerkil yapının yansımalarını görmek hâlâ mümkün tabii.


Peki bu toplum yapısında kadın edebiyatının ve kadın edebiyatçıların yeri nedir?

 

Japonya'da tarih öncesi çağlardan, 13. yüzyılın sonuna kadar muhteşem bir kadın edebiyatının varlığını görüyoruz. En eski Japonca yazılı kaynak olan antolojideki şiirlerin beşte birini kadınlar yazmış. Bu kadın şairlerden, ukareme’ler (8. yüzyıl) var mesela. Başkentten uzakta yaşayan, düşük düzey soylu ailelerin kızları. Ezberledikleri şiirler, şarkılar, hikayelerle şölen sofralarında yer alıyorlar. Başkentten gelen soylulara eşlik ediyorlar. Ortama uygun, doğaçlama söyledikleri şiirleri de var. Şiirlerinde her şeyiyle yaşadıkları bir anın dondurulmuş bir kopyası var. O kadar gerçek!

Sonraki dönemde kadın edebiyatın gelişmesinde, kadınların o dönemdeki görece güçlü konumunun yanı sıra, "kadın eli" denen ve kadınların anadillerinde yazı yazmalarını sağlayan yazı sisteminin varlığı da çok önemli. Erkeklerin yazdığı metinlerin büyük bir kısmı "kanbun" adı verilen Çince metinler. Bu nedenle söz konusu dönemde Japon edebiyatının önemli kadın temsilcileri olduğunu görüyoruz. Mesela Murasaki Shikibu. Dünyanın en eski romanını yazdığı kabul ediliyor. Mevsimler, renkler, çiçekler ve zamanın geçişinde aşklar… Türkçeye Yastıkname kitabıyla ulaşan Sei Shōnagon sevdikleri, sevmedikleri, ilgisini çeken bir an, bitip tükenmez dedikodularıyla capcanlı günümüze ulaşıyor. Hüzünlü aşkıyla Izumi Shikibu ve günlüğü karşımıza çıkıyor bir başka köşede…

Sonraki dönemlerde kadının değişen konumu ile birlikte kadın edebiyatı da flulaşıyor. Japon modernleşmesi ile birlikte tekrar kadın edebiyatının varlığından söz etmeye başlayabiliyoruz.

 

 

Modern Japon yazarları gelenekle modernite arasında bir sıkışma yaşıyorlar mı? Son çevirilerinizden Nazlı Kar'ın da önemli temalarından biri bu çünkü.

 

Tanizaki, Batı eğitimi almış ve ilk eserlerinde de Batı etkisi yoğun görülen bir yazar. Nazlı Kar'da ise Japon kültürünün güzelliklerine dönmüş yüzünü. Bu romanda karakterler üzerinden, Japonya'nın gelenek ile modernlik, Doğu ile Batı arasındaki salınımı, bireylerin bu açıdan yaşadıkları zorlukları anlatırken aslında kendi ruhunu betimliyor yazar. Roman bu gözle okunduğunda, pek çok anlam katmanı da çıkıyor karşınıza.


Diğer “kimliğinize” geçersek; Kotodama İstanbul’un kurucususunuz aynı zamanda. “Kotodama” sözcüğü çok ilginç bir sözcük; sözün ruhu ya da eşyanın ruhu gibi bir manaya geliyor. Bu kavramı biraz açabilir miyiz?

 

“Kotodama” sözün ruhu demek. Yazı öncesi dönemlere uzanan bir Japon inanışı. Japonlar sözde ruh olduğuna inanıyorlar. Dile getirdiğimiz şeylerin de gerçek olacağına. Japonya'da geçmişte sözün ruhunu dile getiren bir tür kâhin kadınlar da var. İmparatorlar adına içinde sözün ruhu olan şiirler de söylüyorlar.

Bu sözcüğü İstanbul ile nasıl ilintilendirdiğime gelirsek, onun hikayesi de şöyle: Bu proje için yola çıkarken aklımdaki, Türk-Japon etkileşimi temelinde bir çalışma oluşturmaktı. Yani Türkiye üzerine çalışan Japonları, Japonya üzerine çalışan Türkleri bir araya getirebilmek. Bunu yansıtacak bir isim düşündüğümde "sözün ruhu"nun İstanbul'a gelmesi fikri beni çok heyecanlandırdı. Türkiye hakkında en güzel imgeleri yaratan İstanbul sözcüğü ve kadim Japon inanışı Kotodama'nın bir arada olması, Japonlarda da ben de yarattığı heyecanı yarattı. İki uzak kültür bu isimle bir araya geldi ve geçmiş zaman şimdiki zamanla bağlandı sanki.



Kotodama İstanbul’un ilk kitabının Türkçe editörlüğünü de siz yapmışsınız. Bu kitabın oluşum sürecinden de biraz bahseder misiniz? Bu serinin devamı gelecek mi?

 

Kotodama İstanbul, Japonca ve Türkçe iki dilli bir kitap. Türkiye'den ve Japonya'dan 70 kişi, yazarlar, sanatçılar, akademisyenler, çevirmenler, her iki ülkeyi sevenler bir araya gelerek oluşturduk. Projenin hayat bulmasından çok önce, 2009 yılında, internet alan ismini almıştım. Zaman içinde kitabın danışma kurulunda yer alan, kendilerinden ilham aldığım kişilerle yazışmalarımız, konuşmalarımız sayesinde proje şekillendi, 2015 yılında yayın aşamasına geçildi. İlk kitap, alandaki birikimi yansıtmaya yönelik oluşturuldu. Bu ortak kitaplar bundan sonra da yayımlanmaya devam edecek. Projemize destek olacak sponsorlara ve katkıda bulunmak isteyenlere çağrıda bulunmak isterim. Web sayfamızdan bizlere ulaşabilirler.



 




Toplam oy: 920

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.