Kuzey ülkelerinin edebiyatı yakın zamana kadar Türkiye’de fazla tanınmıyordu. Bunun ilk nedeni çeviri güçlüğü ise, ikincisi İsveç, Norveç, Finlandiya ve Danimarka edebiyatlarının tıpkı coğrafyaları gibi Avrupa’nın kıyısında kalmasından, bir tür taşra sayılmalarından olmalı. Ancak son yıllarda polisiye edebiyatındaki hızlı gelişme, İsveç ve Norveç edebiyatlarını dünya ölçeğinde tanıttı.
Yapısal sorunlarının büyük ölçüde üstesinden gelmiş, sosyal devlet ilkesine bağlı, insan hayatının nerdeyse kutsandığı, suç oranının yüksek değerlere ulaşmadığı İskandinav ülkelerinde son on-yirmi yılda görülen polisiye roman patlaması tuhaf ve tartışılması gereken bir olgu. Bu öyle bir patlama ki romanlarını dünya ölçeğinde 'best-seller' hale getiriyor.
Polisiye yazımında İsveç biraz daha öne çıkıyor. Maj Sjöwall-Per Wahlöö ikilisinin Martin Beck ve Henning Mankell’in Kurt Wallander dizileri, Liza Marklund, Jan Guillou, Hakan Nesser, Åke Edwarsson, Helene Tursten, Karin Alvtegen ve kuşkusuz son yılların en popüler ismi Stieg Larsson romanları dilimize de çevrilmişti. Finlandiya’dan Leena Lehtolainen ve filmleri sayesinde Matti Yrjänä Joensuu’yu tanıyoruz. Norveç’ten ise iki yazar öne çıkıyor; Jo Nesbo ve Karin Fossum.
Yalnız insanlar
1954 doğumlu Karin Fossum günümüz Norveç edebiyatında polisiye roman türün en başarılı temsilcisi. 1992 yılında başladığı Müfettiş Konrad Sejer serisi ile ünlenen Fossum çok sayıda dünya diline çevrilen, çok sayıda ödüle değer görülen bu dizi içerisinde on roman üretmişti.
Türkçeye hepsi de aynı yıl içerisinde yapılan çevirilerle kazandırılan Fossum’un Şeytanın Işığı, Sana Sesleniyorum ve Kurttan Korkan Adam romanlarının yayımcısı Dharma’ydı. 2011 yılındaki Pus ve geçtiğimiz günlerde yayımlanan Göl Pegasus yayınları tarafından hazırlandı. Ancak Göl ile Kurttan Korkan Adam aslında aynı kitabın –He Who Fears the Wolf - farklı isimlerle yapılmış çevirileri olduğunu belirtelim. Her iki yayınevine bir de eleştirim var. Polisiye dizilerde sık görülen bir özensizlik Sejer serisinin de başına gelmiş ve çevirilen kitaplar sıra gözetilmeksizin seçilmiş. Hal böyle olunca, Müfettiş Sejer’in bir romanda ölmek üzere olan yetmiş kiloluk devasa köpeği Kollberg bir sonraki romanda bir de bakmışsınız capcanlı koşturuyor. Zamansal tutarsızlıklar nedeniyle Sejer’in gönül ilişkilerini kavramanız da hiç kolay olmayacak.
Büyük bir kentte görev yapmasına rağmen Müfettiş Sejer dizisinin okuduğum bütün maceraları Norveç kırsalında, kasabalarında geçiyor. Mesela Pus'un mekanı fiyordların kıyısına konuşlanmış unutulmuş bir köydü. Göl'de ise Finlandiya sınırına yakın küçük bir kasabadayız. Yaz mevsimi. Önce bölge halkının deli deyip fazla yaklaşmadığı genç bir adam, Errki Johrma akıl hastahanesinden kaçar. Bir sonraki karede kasaba yakınlarındaki küçük bir çiftlikte yaşayan yaşı geçkin bir kadının ölüm haberi gelir. Halldis Horn bir cinayete kurban gitmiştir ve baş şüpheli de tahmin edeceğiniz gibi Errki Johrma'dır. Olayın görgü tanığı on iki yaşında, aşırı kilolu, oldukça takıntılı ve çocuk sığınma evinde yaşayan Kannick Snellingen ise güvenilir olmaktan çok uzaktır.
Sejer’in ekibinin en gözde elemanı Jakob Skarre olayı araştırırken sejer ve diğerleri yanına bir rehine alarak kaçan bir banka soyguncusunun peşine düşerler. Sayfalar ilerledikçe cinayet ile soygun arasındaki bağlantı ortaya çıkacak, hikayenin bütün aktörlerinin kaderleri göl kenarındaki terk edilmiş bir evde kesişecektir. İçinizi hiç rahatlatmayacak, hatta tuhaf bir suçluluk duygusu yaratacak bir sona hazırlıklı olun...
Karin Fossum bu türden sonları seven bir yazar. Romanlarında dosyalar teknik açıdan kapansa bile adalet sağlanmaz. Çünkü basitçe heyecanlı, karmaşık cinayet hikayeleriyle ilgilenmiyor Fossum; kendi toplumunun sade, sıradan insanlarını bir gün ansızın şiddete, suça iten iç ve dış dinamiklerin peşinde. Bir bakıma Norveç kültürünü sorguluyor. Görünürde sıradan bir polisiye hikaye diyebilirsiniz Göl için. Ancak bu hikayenin derinliklerinde pek çok trajedi gizli. Sejer’in merceğinden yansıyan görüntüler suçu yaratan toplumsal koşullar ve bireysel dramlar...
Cinayet neşeli bir olay değildir
Sejer serisinin dört romanında ilk dikkat çeken özellik Fossum’un atmosfer yaratmadaki ustalığı. Kuzey’in ister karanlık ve soğuk kışında ister sıcak yaz mevsiminde geçsin kasvetli bir hava hissedeceksiniz. Ve yalnızlığı, tek başına kalmışlık duygusunu, insanlar arasındaki iletişimsizliği... Öyle ki Göl'de, şizofren Errik ve hayatın her alanında beceriksiz banka soyguncusu Morgan arasındaki ilişki suç ve ceza kavramlarını bir kenara itmenizi sağlayacak. Hele ki onların yanına annesi tarafından terk edilmiş, babasını hiç tanımamış sorunlu bir çocuk eklendiğinde kimin iyi kimin kötü olduğuna hiç karar vermeyeceksiziniz. Ancak bireysel trajedilerle polisiye türün gerilimi arasındaki dengeyi kaçırmıyor Fossum. Özellikle Errki’nin travmalı zihnini okuyucuya açarken çok başarılı anlatımlar yakalamış;
“Böğrü, birden gün ışığına çıkmış bir trol gibi yarıldı. İç organları ve bağırsakları dışarı saçıldı. Yaranın kenarlarını tutup birbirine doğru çekerek her şeyi içeride tutmaya çalıştı ama içinde ne varsa dışarı akıyor, parmaklarının arasından kayıp, katledilmiş bir hayvanın iç organları gibi, ayaklarının etrafında toplanıyordu. Kaburgalarının arkasına hapsedilmiş, delice çarpan kalbi hâlâ atıyordu. Uzun bir süre iki büklüm olmuş bir halde, nefes nefese durdu. Tek gözünü açıp bedeninden aşağı kaygılı bir bakış attı. Karın boşluğu bomboştu. Her şey dışarı dökülmüştü. Sarsak hareketlerle dökülenleri toplamaya başladı; bir eliyle onları içeri tıkarken, yeniden dışarı kaymalarını engellemek için diğeriyle derisini sıkı sıkı tutuyordu. Hiçbir şey olması gereken yerde değildi, her yerde tuhaf çıkıntılar vardı ama yarayı kapamayı başarabilirse kimse anlamazdı. Açıkça belli olmasa da diğer insanlar gibi yaratılmamıştı. Sol eliyle derisini tutarken, sağ eliyle toplamaya devam etti. Sonunda çoğunu içeri sokmayı başardı. Basamaklarda sadece biraz kan kalmıştı. Elini yaraya iyice bastırdı ve kapanmaya başladığını hissetti. Yeniden açılmasın diye temkinle nefes alıp veriyordu. Güneş, kılıç kadar keskin beyaz ışınlarıyla, ağaçların arasından parlamaya devam ediyordu. Ama o yeniden tek parça olmuştu.”
Roman kişilerinin iç dünyalarında esen fırtınaları dış dünyanın dinginliğiyle zıtlık içinde Fossum bu konuda tek bir laf bile etmiyor, ama göstermek istediği bireysel ve toplumsal arızalılık halleri. Eğer Kuzeyin polisiyeleri için bir genelleme yapmak gerekirse; bu romanlarda bilmecemsi cinayetleri çözmeyi sanatlaştırmış keskin zekalı saygın insanların, gözünü budaktan sakınmayan bıçkın hafiyelerin, kendini adalete adamış yüce gönüllü polislerin yerini, toplumun o toplum kadar arızalı fertlerinin aldığını söyleyebilirim. Mutsuzluk, sevgisizlik, cinsel açlık, yalnızlık gibi kişisel 'arızalar'la işlenen suçların toplumsal arızanın sonucu olduğu kabulüyle, bu insan-detektifler katili bulmak için modern Batılı toplumun tedirgin edici tekinsiz kabuğunu kırmak zorunda kalıyorlar.
“Norveç neresi Türkiye neresi?” demeyin. Norveç taşrasının alacakaranlığında çaresizce mutluluk kovalayan insanlar, yan yana yaşayıp da birbirine değmeyen, görünememekten muzdarip insanlar, yoğun bir sevgi açlığı… “Yadırganacak olan şu ki, bunlar bize yabancı değil, bildik. Bildik yabancılık.”
Yeni yorum gönder