Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Dünyadan // Çeviri-doğanlar: Dünya edebiyatının yeni trendleri üzerine




Toplam oy: 735
Rebecca L. Walkowitz
Columbia University Press
İlk çalışması ile edebiyatta ulus sınırını aşan modernizmi irdeleyen Rebecca L. Walkowitz, ikinci çalışması Born Translated ile de çağdaş romanın izini sürerken çeviri meselesine demir atıyor.

Bugünün edebiyatında yazarlar artık yapıtlarını sadece kendi dillerinde yazmakla kalmıyor, geniş bir kitleyi, neredeyse tüm dünyaya yayılmış bir piyasayı düşünerek hareket edebiliyorlar. Her ne kadar kendi dilinden yola çıkmayan, başka okurlara yönelik yazıyormuş izlenimi veren bazı yazarlar (bizim açımızdan Elif Şafak iyi bir örnek) yerel okurları zaman zaman rahatsız edip öfkelendirse de, dünyanın gidişatı doğrultusunda pek çok kişinin dahil olduğu küresel bir edebiyat çevresi olduğunu kabul etmek gerekir. Geçtiğimiz sene Columbia Üniversitesi tarafından yayımlanan bir inceleme, Born Translated, bu çevreye dahil olan yazarların yapıtlarını nasıl çeviri mantığını akıllarında tutarak yazdıklarını gösteriyor ve “çeviri-doğmuş” bir edebiyatı işaret ediyor. İlk çalışması Cosmopolitan Style ile edebiyatta ulus sınırını aşan modernizmi Joseph Conrad, James Joyce, Virginia Woolf, Kazuo Ishiguro, Salman Rushdie ve W. G. Sebald üzerinden irdeleyen Amerikalı akademisyen Rebecca L. Walkowitz, ikinci çalışması Born Translated ile de dünya edebiyatı çağında çağdaş romanın izini sürerken çeviri meselesine demir atıyor.


Rebecca L. Walkowitz, günümüz yazarlarının önemli bir kısmının, yazdıkları yapıtları çeşitli yayın piyasalarında yayımlanmak üzere neredeyse eşzamanlı bir çeviri faaliyetine soktuklarını da hatırlatıyor. Bunu yaparken de, kimi zaman kendileri de çevirmen ya da çokdilli olan bu yazarların (Junot Diaz örneğinde olduğu gibi) bu faaliyetlere aktif olarak katıldıklarını ve hatta zaman zaman (Murakami örneğinde olduğu gibi) yapıtlarını yazarken bile bir tür zihin-içi çeviri faaliyetine giriştiklerini (başka bir dilin sentaksıyla akıl ettikleri ifadeyi kendi dillerinin sentaksında yazarak metinlerini özgünleştirdiklerini) ortaya koymaya çalışıyor. Geliştirdiği teze göre, “çeviri-doğmuş” bir yapıt söz konusu olduğunda, yapıtı değerlendirmek için salt özgün metni değil, çeviri versiyonları ve hatta çeviriler esnasında yeniden edisyonu yapılarak çoğalan biçimlerini de dikkate almak gerekir. Yalnız kimi durumlarda yapıt o kadar çok çevirmen oyunuyla yüklü oluyor ki, söz konusu iki dil haricinde bir dile çevrilmesi neredeyse imkansız hale geldiğinden, çevrilemez bir yapıt ortaya çıkıyor, sadece ana metinle yetinmek gerekiyor.


Walkowitz’in yapıtında ele aldığı yazarlar şöyle: J. M. Coetzee ve China Miéville; başka bir dilden İngilizceye çevrilmiş gibi gösterilen yapıtlarıyla Jamaica Kincaid ve Mohsin Hamid; İngiliz edebiyatının diğer dillerle ve edebi geleneklerle ilişkileri üzerinden yapıtlarını kuran David Mitchell ve Ayelet Waldman; çevirmenleri de üretime dahil eden ve kendilerini yazar olarak görmelerine teşvik eden Kazuo Ishiguro, Adam Thirlwell ve Young-hae Chang önderliğindeki sanat grubu Young-Hae Chang Heavy Industries. Son örnekten de anlaşıldığı üzere, Walkowitz sadece metin olarak kabul etmiyor romanı ve kimi sanat işlerini de roman olarak ele alıyor. Son yıllarda bizim romancılarımızdan da (özellikle Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi bu açıdan uç bir örnek) yapıtını sadece metin boyutunda değil, kat kat tasarlayanlar çıktığından, dünyanın bu gidişatına şaşırmıyoruz aslında.
 

Dünyanın İngilizcesinin yazarı: J. M. Coetzee

 
Walkowitz’in geniş olarak yer verdiği en önemli örnek, iki kez Booker Ödülü kazandıktan sonra 2003’te Nobel Ödülü’nü de alan, 1940 Güney Afrika doğumlu John Maxwell Coetzee. Afrikaner olarak bilinen Hollanda kökenli beyaz Afrikalıların soyundan gelmesine rağmen İngilizce eğitim gören, matematik eğitimi gördükten sonra hayatının erken döneminde IBM için veri-işçiliği yapan Coetzee, daha sonra edebiyat eğitimi de görerek Ford Madox Ford üzerine doktora tezi yazar. Eğitiminin büyük bir kısmını Britanya’da alan Coetzee, ABD’de de üniversitede görev yapar, hatta siyasi protestolara katıldığı için ülkeden uzaklaştırılır da. Son yıllarında Avustralya’da yaşayan Coetzee, İngilizcenin neredeyse olası tüm varyasyonlarının konuşulduğu ülkelerde bulunarak, hem de bir İngilizce öğretmeni olarak, dilin en ince nüanslarının da farkını vererek yapıtlarını kurguluyor. Utanç ya da Barbarları Beklerken gibi daha popüler romanlarının yanı sıra, son yıllarda yazdığı ve türler arasında dolaşan, kimi zaman otobiyografi, kimi zaman konuşmalarından derlemeymiş gibi gözüken, ama en nihayetinde herkes tarafından kurgu roman sınıfına sokulan yapıtlarıyla “çeviri-doğmuş” metinler ortaya koyuyor: Özellikle bizdeki adıyla Romancının Romanı (Elisabeth Costello) ve Kötü Bir Yılın Güncesi’yle Yavaş Adam. Kurgusal otobiyografik yapıtları Can Yayınları tarafından -üçü bir arada- Taşra Hayatından Manzaralar adıyla basılmıştı Coetzee’nin ve orada da meta kurgularla kendisini dışarıdan kuşatmaya çalışmış, otobiyografisini olasılıksal olarak yazmış ve hatta erkenden öldürmüştü kendisini.


Son romanı The Childhood of Jesus, eşzamanlı olarak pek çok dilde yayımlanmıştı geçtiğimiz sene (ilk olarak Hollanda dilinde yayımlanan kitap, henüz bizde yayımlanmadı) ve İspanyolca konuşulan bir ülkeye mülteci olarak gelen yaşlı bir adamla ufak bir oğlan çocuğu üzerinden -Beckett’i aratmayan sterillikte- bir alegorik mekanda ilginç bir metin ortaya koymuştu. İşte bu metin Walkowitz’in tezini üzerine oturttuğu en önemli örnek: İlk olarak Hollandaca çevirisinin yayımlandığı, İngilizce yazılmış ama asıl karakterlerin İspanyolca konuşulan bir coğrafyaya geldikleri ve İngilizce dahil başka dillerden haberdar olmadıklarının romanda ortaya çıktığı, tamamen dil düzleminde yaratılmış bir yapıt ne de olsa. Bugünlerde yapıtın bir sonraki cildi The Schooldays of Jesus yayımlanacak ve Coetzee’nin steril dilinden günün ve hayatın meseleleriyle ilgili özgün bir metin okumak isteyen benim gibi okurların hemen peşine düşeceği bir kitap olacak muhtemelen. Dilin kültürle bağlantısının bilinçli olarak koparıldığı, her zaman yabancı kalacak birisinin dilinden icra edilen metinlerin, başka bir dile çevrilmesi esnasında yapıtın niteliğinin ne kadar aktarılacağı belirgin olmayacağından, Türkçe baskılarını okumak muhtemelen yetmeyecektir Coetzee’nin yapmaya çalıştığını anlamaya.


Dolayısıyla, bir kere daha bu öneriyi yapıyorum: Bazı yazarların ne yaptığını anlamak için çevirileriyle yetinmemek, orijinal dillerindeki metinlerine de bakmak gerekir; söz konusu metin bir de “çeviri-doğmuş” ise, belki de birkaç farklı dildeki çevirisini ziyaret etmeli. Bunca emeği aynı adam ve aynı metin için heba etmeyi seçecek olanlar ne talihli insanlardır, bunu Vladimir Nabokov ya da James Joyce için yapanlar olduğunu biliyorum, belki günün birinde Haruki Murakami, Orhan Pamuk ya da J. M. Coetzee için de yapanlar olacaktır.

 

 

 


 

 

Görsel: Muhammed Ali Üzen

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.