Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

İstanbul Film Festivali’nde edebiyattan ilham alan filmler




Toplam oy: 365

Her sene Nisan ayını iple çekmemiz için baharla birlikte bize bir neden daha sunan İstanbul Film Festivali, 6-17 Nisan arasında Beyoğlu, Kadıköy ve Nişantaşı’nda toplam dokuz salonda 200’den fazla filmi perdeye taşıyacak.

23 filmin senaryosuna katkıda bulunan usta öykücü Osman Şahin’e Onur Ödülü’nün verileceği festivalde yer alan edebiyat uyarlamalarından ve ilhamını edebiyattan alan filmlerden öne çıkanları sıraladık.



Stalker
Efsane Rus yönetmen Andrey Tarkovski başyapıtı kabul edilen Stalker’da, Arkadi ve Boris Strugatski’nin Uzayda Piknik adlı romanında esinlenir. İki yolcunun bir rehber eşliğinde yasak bir bölgeye yaptığı metafizik yolculuğu konu alan film, alışılagelmiş kalıpların çok dışında, yalın ama güçlü görüntüleriyle hem gerçek bir bilimkurgu hem de tam bir zihin egzersizi. İnsanın doğasına ve umutlarına odaklanan, aynayı izleyenin kendi yüreğine yönelten Stalker tekinsiz atmosferi, felsefi çağrışımları  her sinemaseverin mutlaka görmesi gereken, günümüzde de etkisinden hiçbir şey kaybetmeyen, benzersiz bir film.

 

 

Lean on Pete
45 Yıl ve Weekend ile küçük ve basit öykülere yaklaşımındaki hassasiyet ve zarafetle sinemaseverler tarafından baş tacı edilen İngiliz yönetmen Andrew Haigh, son filminde de bu hünerini sürdürüyor. Babası tarafından maddi ve manevi yoksunlukla büyütülen 15 yaşındaki Charley Thompson, yarış atlarının tutulduğu bir ahırda iş bulur. Burada Lean on Pete adında, iddialı olmaktan uzak bir yarış atıyla çok özel bir bağ kurar. Yönetmen Haigh, Willy Vlautin’in çok sevilen romanından uyarladığı filmde, ABD kırsalının melankolik bir portresini çizerken Charley’nin genç ve umut dolu dünyasına duygusal açıdan kayıtsız kalması imkânsız bir atmosfer yaratıyor.

 

You Were Never Really Here
Lynne Ramsey’nin Kevin Hakkında Konuşmalıyız’dan 6 yıl sonra çektiği ilk film olan You Were Never Really Here, küçük bir kızı seks tacirlerinin elinden kurtarmaya çalışırken her türlü şiddete başvurmaktan çekinmeyen bir tetikçiyi izliyor. Eleştirmenler kadar izleyicilerin de sözbirliğiyle beğenisini kazanan You Were Never Really Here, Cannes’da Lynne Ramsey’ye En İyi Senaryo ödülünü getirirken, unutulmaz bir anti-kahraman portresi çizen Joaquin Phoenix de En İyi Erkek Oyuncu ödülünü hakkıyla aldı. Müziklerini Radiohead gitaristi Jonny Greenwood’un yaptığı, özellikle usta yönetmenliği, klasik anlatımı reddeden yaratıcı kurgusu ve karanlık atmosferiyle dikkat çeken film, Jonathan Ames’in novellasından beyazperdeye uyarlandı.

 

 


Transit
Alman auteur Christian Petzold’un Berlin Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan son filmi, günümüzün göçmen krizine Avrupa’nın geçmişinden bakıyor. Anna Seghers’in 1942 tarihli romanından uyarlanan filmde Nazi işgalinden kaçan Georg adında bir adam, elinde evrakları bulunan, ölmüş bir yazarın kimliğini üstlenir. Georg Marsilya’dan gemiye binebilmek için beklerken kendi gibi birçok mülteciyle tanışır; ama gizemli Marie ile tanışınca planları değişir. Christian Petzold, tarihten ödünç aldığı bir hikâyeyi günümüz Marsilya’sında çekerek hem 75 yılda çok az şeyin değiştiğini vurguluyor hem de göçmenlik ve arada kalmışlığa dair sinemasal bir tartışma alanı açıyor.



Sahaf
Katalan yönetmen Isabel Coixet’in Berlin Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan, Penelope Fitzgerald’ın romanından beyazperdeye uyarladığı son filmi, kitap sevgisini yüceltirken bir yandan da tek başına bir kadının topluma karşı verdiği mücadeleyi anlatıyor. 1950’lerin İngiltere’sinde, Florence Green, eşini kaybetmenin acısını yüreğine gömer ve bir sahil kasabasında kitapçı açar. Florence, çağdaş edebiyata tepki veren kasaba halkının önyargılarını ve dar kafalılıklarını kırmakta zorlanacaktır. “Tüm inadıyla, ufacık bir çaba bile bu dünyayı değiştirebilir diye düşünen saflığıyla, bu kadın benim” diyen Coixet’in filmi cesaret, iyimserlik ve kitap sevgisine dair bir dram.

 

 

Ex Libris: New York Halk Kütüphanesi
Kariyerini kurumların iç yüzüne, işleyişlerine ışık tutan gözlemci belgesellere adayan efsane belgesel yönetmeni Frederick Wiseman’ın yeni belgeseli, prömiyerini yaptığı Venedik Film Festivali’nden bu yana çok konuşuldu ve övgü topladı. Ex Libris: New York Halk Kütüphanesi, adını aldığı, dünyanın en büyük şehir kütüphanelerinden birinin içyüzünü mercek altına alıyor ve ritüellerini perdeye taşıyor. Özgün bakışıyla sinema tarihinde kendine sağlam bir yer edinen Wiseman, yine meselesine müdahil olmadan, mesafesini koruyarak, sinemasına has bir “tanık olma” hissi yaratıyor izleyen üzerinde. Günümüzde tehdit altında olan kültürel tarihe ve gerçekliğe dair çok özel bir belgesel.


Kısmet, Sevgilim: İlk Şarkı
2013’te Filmekimi’nde gösterilen Blue is the Warmest Color / Mavi En Sıcak Renktir’in yönetmeni Abdellatif Kechiche’nin beş yıldır beklenen son filmi, prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yaptı. Sınıf filminin uyarlandığı kitabın yazarı François Bégaudeau‘ın romanından uyarlanan film, yaz tatili boyunca Amin adında genç bir senaristi izliyor. Amin, tatilini geçirmek üzere Paris’ten güney sahillerindeki memleketi Sète’e döner ve barlarla plajlar arasında vaktini geçirmeye başlar. Tam da Jasmine adında bir kadına âşık olmuşken, ilk filmini hayata geçirmesini sağlayacak bir yapımcıyla tanışır. Kısmet, Sevgilim: İlk Şarkı, yaz mevsiminin tüm sıcaklığını üzerinde taşıyan, yoğun, esprili, tekila ve 1990’lar pop müziğiyle dolu bir film.


Cameron Post’a Ters Terapi
2014 tarihli Appropriate Behavior’ın yönetmeni ve yıldızı olarak tanıdığımız Desiree Akhavan’ın Sundance’te ödül kazanan filmi, Emily Danforth’un romanından uyarlanan, sıcak ve özgün bir büyüme hikâyesi anlatıyor. Filme adını veren Cameron Post, lisede herkesin gıpta ettiği bir kızdır. Cameron mezuniyet gecesinde bir kızla sevişirken yakalanır ve bunun üzerine zorla bir “dönüştürme terapisi” merkezine yollanır. Disiplin, ahlak, “düzcinselleştirme” gibi yöntemlerin uygulandığı bu tuhaf merkezde Cameron yeni arkadaşlar edinir. Kimliğine ve kişiliğine sahip çıkan ergen bir kızı anlatan bu dokunaklı ve samimi film, “dönüştürme merkezinde” geçen bir Guguk Kuşu sanki.

 

 

Yaşar Kemal Efsanesi
Dünyaca ünlü yazar Yaşar Kemal’in doğumundan ölümüne tüm hayatı, kendi ağzından ve hayatına yakın tanıklık etmiş dostlarının anlatımlarıyla beyazperdeye aktarılıyor. Efsane yazarın hayatının dönüm noktaları destansı bir anlatımla sergileniyor. Yaşar Kemal’in daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış arşiv görüntülerinden, yüzlerce saatlik kaynaklardan derlenmiş ses kayıtlarından ve binlerce sayfalık dokümandan yararlanıldı. Yaşar Kemal Efsanesi dev bir çınarın mücadelesi, edebiyatı, hayatı ve yüzyıla damgasını vuran olaylara karşı tavrıyla sinematografik bir anlatımla resmediliyor.

 

 

Bir Zamanlar Kızılderili Ülkesinde
Berlin doğumlu İstanbullu Alman yönetmen İlker Çatak’ın ilk uzun metrajlı filmi aynı anda hem boks filmi, hem yol filmi, hem western hem de bir video klip olmayı başaran, temposu hiç düşmeyen ve renkleri bir an olsun solmayan çılgın bir film. Babası üvey annesini öldürünce hayatı alt-üst olan 17 yaşındaki Mauser’in müzik, aşk, güzel kafalar ve şiddetle dolu sıcak yaz günlerini anlatan bu hareketli film, Nils Mohl’un aynı adlı ödüllü romanından sinemaya uyarlanmış. Şiirselliğini kaybetmeden gençliğin maceralı ruh halini yansıtan Bir Zamanlar Kızılderili Ülkesinde, dünya prömiyerini Şubat’ta Berlin Film Festivali’nde yaptı.

Piercing
Nicolas Pesce’nin, ilk filmi The Eyes Of My Mother / Annemin Gözleri’ni takiben çektiği Piercing, psikopat bir adamın öldürme niyetiyle bir fahişeyi otel odasına çağırmasıyla başlıyor. Ancak adamın planlarını gerçekleştirmesi pek kolay olmuyor, çünkü karşısına kendinden de şeytani planları olan bir kadın çıkıyor. İlk gösterimi Sundance’te yapılan Piercing, cinselliğin psikolojisiyle zalimce oynayan, kara komediden beslenirken sadomazoşizmin de kapılarını açan, Dario Argento ile Brian De Palma esintili kanlı canlı bir korku-gerilim filmi. Piercing, Takashi Miike’nin sertliğiyle meşhur Audition / Ölüm Provası filminin esin kaynağı kitabın da yazarı olan Ryû Murakami’nin romanından uyarlandı.

 

 

Kuzgunlar
İsveçli ödüllü fotoğrafçı ve yönetmen Jens Assur’un Tomas Bannerhed’in kitabından uyarladığı ilk uzun metraj denemesi Kuzgunlar 70’li yıllarda geçiyor ve çiftlik hayatına sarsıcı bir bakış atıyor. Geçim sıkıntısı çeken çiftçi Agne, İsveç kırsalında ergenlik dönemindeki oğlu Klas ve karısı Gard’la yaşamaktadır. Bütün hayatı mücadeleyle geçen Agne artık çiftliğin sorumluluğunu yavaş yavaş Klas’a bırakmak istemektedir, oysa Klas’ın kendisi için gelecek hayalleri farklıdır. Birer tablo gibi şahane kadrajlarıyla zihninizde yer edecek, baş döndürücü bir görselliğe sahip olan Kuzgunlar hayatı boyunca istemediği bir işi yapmanın, insanın ruhunu nasıl tarumar ettiğini anlatan dokunaklı bir film.

İpekçe
Taşranın gündelik hali... Aynı konuların konuşulduğu, zamanın havada, toprakta, suda asılı kaldığı, meydanlarını çok uzun zaman önce erkeklerin zaptettiği ve onların durmaksızın konuşarak kimlikleri, imgeleri ve cinsiyetleri ürettiği bir yer taşra... Misafire saf, temiz ve doğal görünen, fakat misafirliğin bittiği anda, ansızın tekinsizliğe dönüşen bir mecra... Böyle bir mecranın tam ortasında, hayatın tüm sıradanlığıyla akacak bir damar bulamadığı, bir türlü geçmeyen ve aslında konuşulacak konuların uzun zaman önce bitip tükendiği bir anda, bir köy kahvesinde “zaman” yeniden üretilmek üzere başlar. Bu “zaman”, İpekçe’nin zamanı, onun tam da orada yeniden yazılacak olan öyküsünün zamanıdır. Osman Şahin’in eserinden...

Keşanlı Ali Destanı
Cumhuriyet dönemi Türkiye edebiyatının en parlak ve en üretken isimlerinden biri olan Haldun Taner’in aynı adlı tiyatro oyunundan sinemaya uyarlanan Keşanlı Ali Destanı’nda Haldun Taner, sinemanın efsane isimlerinden Atıf Yılmaz ve yapımcılığı üstlenen Memduh Ün’ün yolları kesişiyor. 1964’te, Türkiye sinemasının nicelik açısından “patlama” yaşadığı bir dönemde gösterime giren epik film, Sineklidağ adında bir gecekondu semtinde geçiyor. Kuştepe ve Hoca Hüsrev semtlerinde çekilen Keşanlı Ali Destanı, hapisten döndüğünde ezilmemek için güçlü ve zalim olmayı seçen, Fikret Hakan’ın canlandırdığı Ali’nin “efsane”sini anlatıyor. Keşanlı Ali Destanı, Fikret Hakan anısına gösteriliyor.


Hesaplaşma
İtalya’nın en saygın yönetmenlerinden Taviani kardeşlerin ilk gösterimini Toronto’da yapan son filmleri, hem İkinci Dünya Savaşı’nı hem de İtalyan iç savaşını fon alan bahtsız bir aşk üçgeni hikâyesi anlatıyor. İtalyan yazar, çevirmen ve partizan Beppe Fenoglio’nun romanından esinlenen Hesaplaşma, direnişçilere katılan Milton, âşık olduğu ama karşılık göremediği Fulvia ve Fulvia’nın âşık olduğu, Faşistler tarafından tutuklanan arkadaşı Giorgio’yu izliyor. 2001’de festivalin Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nü alan Taviani kardeşlerin 2015 tarihli Muhteşem Boccaccio’dan sonra çektikleri Hesaplaşma aşk ile masumiyetin bir araya geldiği zarif bir dönem ve savaş filmi.

 

 

Siyah Nehir
Festival izleyicisinin Le petit voleur / Küçük Hırsız ve La vie rêvée des anges / Meleklerin Düş Yaşamı ile hatırlayacakları yönetmen Erick Zonca’nın Wisdom of the Crowd dizisinin senaristi Dror Mishani’nin romanından uyarladığı Siyah Nehir, hareketli bir polisiye. Arnault ailesinin ergen oğlu Dany ortadan kaybolur. Çocuğun eski öğretmeni Bay Bellaile, durumu öğrenince polise gider ve vakaya bakan bıkkın komiser Visconti’ye işbirliği yapmayı teklif eder. Vincent Cassel, Sandrine Kiberlain ve Romain Duris’li sağlam kadrosuyla Siyah Nehir, hem polisiye hem aile trajedisi türlerini bir uyuşturucu mafyası hikâyesinde bir araya getiriyor.


Köpek
İlk gösterimini Locarno Film Festivali’nde yapan Köpek, tüm umudunu tüketince köpek olmaya karar veren bir adamın hikâyesini anlatıyor. Mars’tan Haberler Var’da izlediğimiz Vincent Macaigne’in canlandırdığı Jacques, hayatta değer verdiği her şeyi kaybedince kendince bu en düşük toplumsal konumu seçer. Azimli bir evcil hayvan dükkânı sahibi, Jacques’ı köpeği olarak sahiplenir ve eğitmeye başlar . Yönetmen Samuel Benchétrit’in kendi romanından sinemaya uyarladığı Köpek kişiliksiz, ruhsuz, isimsiz ve insaniyetini kaybeden bir toplumun mizahi portresini “görünmez” olmayı seçen bir adam aracılığıyla çiziyor.

 

 

 

(Ayrıntılı bilgi için: film.iksv.org)



Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.