Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Kelebek Etkisi // "Seviştiğim yerlerde günlerce havam kalırdı"




Toplam oy: 1091
Kokular yalnızca çiçekler, yiyecekler ve evlerle sınırlı değil elbette. Koku tenle, aşkla ve hazla da yakından ilgilidir!

Baharın erken gelişiyle dışarıda daha çok vakit geçirmeye başlayan kelebek, pencereden, “Çiçek kokularıyla dolgunlaşan hava gönlümüzü bir saadet vaadiyle kaplar,” diyerek giriverdi. Çiçek kokularının peşinde uçup durmuş bizimki. “Saadetin daim olsun. Abdülhak Şinasi Hisar’ın Boğaziçi Mehtapları’ndan mı o alıntı?” diye sordum. “Evet,” dedi ve hülyalı bir şekilde alıntı yapmayı sürdürdü: “Yalıların içi baharın genç teni gibi kokardı. Her gece çiçek saksıları yatılacak odalardan çıkarılır, sofalara bırakılırdı. Fakat çiçek kokuları bahçelerden yalılara yükselerek açık camlı odalardan içeri girerdi. Akşamları bazı balkonları vücutlarıyla, kokularıyla bir tente gibi saran mor salkımların kokusu dışarı taşar, yolları kaplardı. Korular ve bahçeler önlerinden geçen kayık ve sandallar su üstünde bir de çiçek kokularını yararak geçerlerdi. (...) Korulardan, bahçe duvarlarından taşan kokularla bütün Boğaziçi en katı kalpleri yumuşatacak, rikkate getirecek bir duygu ile çiçek kokardı. Düşünsek, çiçeklerin kokusu büyük bir şefkat değil midir?”

 

Çiçeklerin kokusundan şefkat hisseden yalnızca Hisar değil anlaşılan; Selim İleri de İstanbul Mayısta Bir Akşamdı adlı son kitabında, “İstanbul’a yazın gelişi biraz da ıhlamur kokusuyla...” diyerek benzer bir hissiyata dokunuyor. “Ya yemek kokuları...” diyen kelebek, yine İleri’nin kitabından okudu: “Kırklarındaki Refik Halid, İstanbul’a yazı patlıcan kızartmasının kokusuyla, hatta yağı kızgın tavadaki cızırtıyla getirmiş, nefis denemesinde. Bir öğleden sonra, Beyoğlu’nun arka sokakları, bir yerlerden buram buram patlıcan kızartması kokusu.” Bu bölüm ona Nezihe Meriç’in Gülün İçinde Bülbül Sesi Var’ını hatırlatmış olmalı ki, kütüphaneden çıkarıp okumaya başladı: “Çok şenliklidir bizim iskele. Küçük balıkçı lokantaları açıldı son yıllarda peş peşe. Onun için havada hep kızarmış balık, kıyılmış soğan, maydanoz kokusu vardır; leylakların kokusuna karışan.”

 

Sonra, dışarıdaki kokuları alıp eve sokmaya karar vermiş olmalı ki bu kez de elini Proust’un Swann’ların Tarafı’na attı: “Bunlar –tıpkı bazı yerlerde, havanın ya da denizin geniş alanlarında, bizim göremediğimiz sayısız tekhücreli hayvanın bir ışık, bir koku yayması gibi– havada asılı duran faziletin, bilgeliğin, alışkanlıkların ve gizli, görünmez, dolu dolu, ahlaklı bir hayatın yaydığı bin bir kokuyla bizi büyüleyen taşra odalarındandırlar; şüphesiz doğal kokulardı bunlar ve tıpkı yakındaki kırkar gibi mevsimin rengini taşırlardı, ama evcilleşmiş, insani ve içeriye ait, meyve bahçesinden dolaba giren yılın bütün meyvelerinden ustalıkla damıtılmış, harikulade, duru bir karışım oluştururlardı, mevsimlerle değişirlerdi, ama birer mobilya gibi eve yerleşirler, kırağının keskinliğini sıcak ekmeğin hoşluğuyla yumuşatırlardı; bir köy saati gibi aylak ve dakik, işsiz güçsüz ve düzenli, tasasız ve ihtiyatlıydılar, çamaşır kokusu, sabah vaktinin kokusu, ibadetin kokusuydular, kaygıyı artırmaktan başka bir işe yaramayan bir huzurda ve içinde yaşamadan geçip gidenler için sınırsız bir şiir kaynağı olan bir yavanlıkta mutluluğu bulmuşlardı.”

 

Koku ve haz

 

Kokular yalnızca çiçekler, yiyecekler ve evlerle sınırlı değil elbette. Koku tenle, aşkla ve hazla da yakından ilgilidir! Süskind’in Koku’sunun seri katili, kokusuna âşık olduğu kadınların peşine düşüp o kokuyu elde edebilmek uğruna onları öldürür. Zola ise Nana’da, Paris’in kokusunun yağmurlu bir sabah dağınık, büyük bir yatağa benzediğini söyler. Koku ve haz denince Füruzan’ın Gül Mevsimidir’i de gelir akla. Novellanın kahramanı olan bir zamanların namlı güzeli, güngörmüş yaşlı kadın anılarını hatırlamaya, “Tütünü hep sevmişimdir. Bana yaklaşmış erkeklerin kolonyayla karışık tütün kokularını her birinde ayrı ayrı anarım,” diyerek başlar ve şu sırrını paylaşır: “Bir kabule gitmem, bir gün hazırlanmamı gerektirirdi. Koltuk altlarıma, oyluklarıma özel kokumu sürdükten sonra sıcak havlular bastırarak tenimin kokuyu emmesini sağlardım. Seviştiğim yerlerde günlerce havam kalırdı.”

 

Yine de son sözü kelebek söyledi. Baudelaire’in “Alıp Götüren Koku”sunu mırıldanarak, yine bir başka kokunun peşinde pencereden uçup gitti: “Sıcak bir güz akşamı, kapalı iki gözüm/ Solurken kokusunu baygın göğüslerinin/ Ateşleri altında tekdüze bir güneşin/ Kendinden geçmiş mutlu sahilleri görürüm./ Ve bir ada görürüm, tembel uyuyakalmış/ Benzersiz ağaçların tatlı meyvalarıyla/ Dinç erkekler görürüm dal gibi boylarıyla/ Ve kadınlar görürüm şaşkın gözleri dalmış./ Giderken kokunla ben hoş iklimlere doğru/ Sudan yorgun yelken ve direklerle dolu/ Bir limanı, düşlerim usulca bana taşır/ Ve havada dolaşıp ciğerimi dolduran/ Bir koku süzülerek yemyeşil ağaçlardan/ Ruhumda tayfaların şarkısına karışır.”

 

 


 

 

* Görsel: Jules Julien

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.