Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Türk Dostu İngiliz Müslüman: Muhammed Marmaduke Pickthall




Toplam oy: 130
Türk yanlısı Anglo-Ottoman Society cemiyetinde yer alan Pickthall, 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı dostu İngilizler ve Hindistanlı Müslümanları örgütleyerek uygulanan mezalimin ve Osmanlı’nın parçalanmasının önüne geçmeye çaba gösterir. Bu doğrultuda Ermenilere arka çıkan Arnold Toynbee’yi de tenkit etmesi, Pickthall’un sakıncalı kabul edilmesine yol açar.

Zümer Sûresi’nde “Allah kimin gönlünü İslâm’a açmışsa o, Rabbi’nden gelen bir aydınlık içinde olmaz mı?” buyrulur. Bu açıdan, arz üzerinde en karanlık olduğu varsayılan dönemlerde bile hidâyet nûru kesintisiz bir şekilde kalplere sirayet etmeye devam etmiştir. Nitekim geçtiğimiz yüzyıl başlarında Müslüman beldelerde amansız savaşlar umutsuzluğa sevk ederken, Batı’da Müslümanları savunma cesareti ortaya koyabilecek kişilerin sayısı yok denecek kadar azdır. Böylesi bir ortamda genelde Müslümanlar özelde ise Osmanlı’yı savunan Muhammed Marmaduke Pickthall (1875-1936) gönlü İslâm’a açılan bir yazar ve aktivist olarak ayrıcalıklı bir konumdadır.

 

Londra’da doğan Pickthall, Chillesford’da rahiplik görevi yürüten babasının yanında kiliseye yakın bir muhitte yetişmiştir. Babası ölünce ailesiyle birlikte Londra’ya taşınır ve eğitimine burada devam eder. Kimi nedenlerle 1890’da okulundan ayrılıp Fransızcasını ilerletmek üzere Fransa’ya gider. Londra’ya tekrar döndükten sonra iki yıl yatılı bir okulda eğitim gören Pickthall, İngiltere Hariciyesi’nde görev almak istese de başarılı olamaz. Bunun üzerine, Arapça öğrenmek ve daha sonra hariciyede bir görev alabilmek için bu defa Kudüs’e yolculukta bulunur. Hayatında bir dönüm noktası olan bu dönemde, Arap halklarını ve Osmanlı İmparatorluğu’nun nüfuzunu yakından görür ve çok sayıda Osmanlı aydınıyla da tanışma fırsatı bulur.


Avrupa Barışı söylemi bir sanrı
1896’da İngiltere’ye dönen Pickthall evlenir ve The Word of an Englishman, All Fools ve edebiyat dünyasında tanınmasını sağlayan Said the Fisherman isimli kitaplarını kaleme alır. Siyaset ve roman yazarlığı, onun için artık bir hayat tarzı haline gelmiştir. 1907’de Mısır’a giderek bir yandan İngiliz idaresi altındaki bu topraklarda olup biteni yakından gözlemler ve kaleme alacağı romanlar için de malzeme toplar. Mısır’dan Orta Doğu’ya geçerek eski arkadaşlarıyla da görüşür. İngiltere’ye tekrar döndükten sonra birkaç yıl yazılarına yoğunlaşır. Oldukça karmaşık siyasi hesapların etkili olduğu bu yıllarda, Balkanlardan başlayarak Doğu’da ve Batı’da Osmanlılara yönelik tehdit ve saldırılar, Pickthall’u ziyadesiyle endişelendirmektedir. Bu nedenle, Londra’da Osmanlıların tarafını tutan devlet adamlarıyla çeşitli toplantılara katılır. Balkan Savaşı sırasında oluşan Haçlı ittifakı, Pickthall’u harekete geçirmiş ve böylece The Black Crusade isimli bir yazı dizisi kaleme almıştır. Pickthall 1913 Şubatı’nda kendi deyimiyle marazi bir atmosferden kurtulmak için Türkiye’ye gelmeye karar verir.
Erenköy’de geçirdiği altı ay içinde İttihatçı kanaat önderleriyle görüşür. Mahmud Şevket Paşa’nın öldürülmesinden müteessir olarak İngiltere’ye döner. Bu süre zarfında, İngiliz basını ve halktan bir bölümünün Balkanlardaki bazı “hin” yöneticilerin kışkırtmalarıyla Türklere karşı bir Haçlı ittifakı kurulması haykırışlarına fanatikçe karşılık vermeleri, Pickthall’a göre Hristiyanların Müslüman bir güce karşı dayanışmasını yansıtmakla birlikte Doğu’ya meftun olan İngilizlerin kalbini kırmıştır. Dört bir cihetten talan edilmeye ve saldırıya maruz kalan Türklere zulmedenlere karşı İngiltere’nin gülümsemekten başka bir şey yapmadığına içerleyen Pickthall, kendilerine öğretilegelen ne pahasına olursa olsun korunması gerekli Avrupa Barışı söyleminin bir sanrı olduğu görüşündedir. Avrupa’nın dünyanın tamamına tekabül ettiği düşüncesi Avrupa siyasetine hâkim olduğu için hiç kimsenin Asya’ya ya da Doğu’ya yönelme gibi bir niyeti yoktur.
1914’te Türk yanlısı Anglo-Ottoman Society isimli cemiyette faal olarak yer alan Pickthall, 1. Dünya Savaşı süresince Osmanlı dostu İngilizler ve Hindistanlı Müslümanları örgütleyerek uygulanan mezalimin ve Osmanlı’nın parçalanmasının önüne geçmeye çaba gösterir. Bu doğrultuda Ermenilere arka çıkan Arnold Toynbee’yi de tenkit etmesi, Pickthall’un sakıncalı kabul edilmesine yol açar. Zira Kahire’de Arap Masası’nda görev almayı beklerken, onun yerine T. E. Lawrence görevlendirilmiştir. Fransa ve Rusya’nın katılımıyla gerçekleştirilen Osmanlı topraklarının geleceğini müzakere toplantılarında Pickthall’un Osmanlı lehine karar aldırma girişimlerine Sir Mark Sykes karşı çıkmıştır. Osmanlılar ile müstakil olarak barış sağlanması yönünde yaptığı birçok girişim de Ermeni ve Siyonistlerin engellemeleriyle karşılaşır.

Ana dili İngilizce olan bir Müslüman’ın hazırladığı ilk meal
Marmaduke Pickthall’un Osmanlı ve Doğu’daki beldelerde aşina olduğu İslamî hayat tarzı, ihtidasına vesile olmuş ve 1917’de bir konferansta Müslüman olduğunu ilan ederek Muhammed ismini almıştır. Osmanlı lehine giriştiği faaliyetlerden rahatsız olan Siyonist lider Chaim Weizmann’ın talebi üzerine İngiliz Savaş Bakanlığı tarafından askere alınan Pickthall, 1919’da terhis edilir edilmez kaldığı yerden devam eder. Londra merkezli Islamic Information Bureau bünyesinde çıkardığı Muslim Outlook isimli haftalık mecmuada, Anadolu’daki müdafaa hareketlerine destek yazıları kaleme alır. 1920’de İngiltere’deki ilk resmi cami olan Şah Cihan Camii’nde imamlık yaparken gerek vaazlar gerekse hutbelerde diğer meallerden yararlansa da yavaş yavaş bir meal hazırlığına girmiştir. Gerçi bu düşünce daha İslam’ı benimsediği ilk günden itibaren zihninde yer etmiştir denebilir. Bu esnada Hindistan’da çıkarılan Islamic Culture isimli derginin editörlüğü teklifini kabul eder ve Hindistan’a gitme kararı alır. Çoktandır katkıda bulunduğu Hilâfet Hareketi’nde görev alan Pickthall, Mohandas Gandhi aleyhine yazması istenen bir makale yüzünden görevinden ayrılır ve bir lisede görev yapar. O yıllarda Mîr Osman Ali Han’ın idaresinde bulunan ve Hindistan’daki kültürel faaliyetlerin merkezi olan Haydarabat’ta İslam’ın kültürel boyutlarını daha derinden müşahede eder. Muhammed Marmaduke Pickthall’un en önemli çalışmalarından birisi, 1928’den itibaren tüm mesaisini hasrettiği ve ana dili İngilizce olan bir Müslüman tarafından hazırlanmış ilk meal olan The Glorious Quran’dır. Mealin yanı sıra çok sayıda roman ve hikâyesiyle velûd bir yazar olan Pickthall, 19 Mayıs 1936’da Londra’da vefat eder ve Brookwood’daki Müslüman kabristanına defnedilir.
konferanslarda, İslam kültürünü diğerlerinden ayıran başlıca unsurun fert ya da fertlerden oluşan bir grubun değil tüm insanlığın imarını gaye edinmesi olduğunu dile getirmiştir. Ona göre İslâm daha geniş hedeflere ve muazzam bakış açılarına haizdir. Diğer dinler, medeniyetler ve felsefelerin ulaştıklarından daha fazla kültürel neticeler husule getirmiş İslâm toplumunda, şayet bir gelişme Kur’an tarafından vazedilmemiş ve Resûlullah tarafından tasdik edilmemişse İslâm dışı bir kökenden geldiği ifade edilebilir. İslâm beşerin inkişafını hedeflerken, onun sosyal hayatı ve siyasi hayatının yanı sıra ruh ve zihninin tüm yönelimleri dahil tüm meşguliyetlerini kapsayacak şekilde emir ve nehiylerle bahsi geçen inkişafa nasıl erişileceğini de göstermektedir. Aziz Augustine’in “İnanıyorum zira bunu akıl almamaktadır” (Credo quia absurdum est) deyişini aktaran Pickthall, İslâm’ın bilâkis akla hak ettiği payeyi veren bir din olduğunu ifade eder.
“Kim İslâm’da iyi bir çığır açarsa açtığı çığırın ecri ve kendisinden sonra onunla (o çığırla) amel edenlerin ecirleri, sevaplarından hiçbir şey eksilmeden ona aittir” hükmünü göz önünde bulundurarak, Pickthall gibi çığır açanların sayılarının ziyadeleşmesi temennisiyle…

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.