Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Yıkılan yeni duvarlar




Toplam oy: 787
"Dıvar," herkesin hayatında mutlaka var olan bir şeyin, kayıp duygusunun ve bıraktığı etkilerin altını çizerek insanlara ulaşıyor ve üzerinden 34 yıl geçtikten sonra da ulaşmaya devam ediyor, edecek...

“İçinde şiirlerimin olduğu siyah bir defterim var,” diye yazmıştı Roger Waters, Pink Floyd’un 1979 tarihli The Wall albümünün “Nobody’s Home” şarkısında. Sözler şöyle devam ediyordu: “İçinde diş fırçamla tarağımın olduğu bir çantam var/ İyi köpek olduğumda, bazen bir kemik yuvarlarlar önüme// Esnek ayakkabı bağlarım var/ Ellerim şişik/ TV’de seçebileceğim on üç kanal saçmalık var// Elektriğim var/ Biraz kahinliğim var/ Ve müthiş bir gözlem yeteneğim...”

 

Çocukken, dinlediklerimi paylaşabildiğim bir arkadaş çevrem vardı ne iyi ki. Bütün gün müzik dinlediğimiz ve bıkıp usanmadan müzik üzerine konuştuğumuz olurdu. Aramızda kız olmadığı için, Pink Floyd’ta Richard Wright mı yoksa David Gilmour mı daha yakışıklı emin olamazdık ama kendi aramızda Roger Watersçı ve David Gilmourcı olarak ikiye ayrılmıştık. Ben Waters’ın tarafındaydım. Müziğin güzelliği bir yana, Waters’ın bunalımlarıyla, yüz binlerce genç gibi ben de özdeşleşir ve “trip”lere girerdim. Üstüne bir de filmini seyredince ipler tamamen koptu ve Pink Floyd hayatımın bir parçası oldu. Sonra bir ara David Gilmourcı olur gibi oldum, ve en sonunda dengeyi buldum. Triplerin üzerinden onlarca yıl geçtikten sonra Waters’ı İstanbul’da sahnede (iki defa) izleyebilmek büyük mutluluktu elbette. Sarhoş edici bir mutluluk...

 

The Wall’ın filmini işaret ederek, ödünç vererek, seyrettirerek kaç kişinin hayatını “olumlu” yönde etkilemişimdir bilmiyorum ama kabahat bende değil. Çünkü “Dıvar,” gerçekten de herkesin hayatında mutlaka var olan bir şeyin, kayıp duygusunun ve bıraktığı etkilerin altını çizerek insanlara ulaşıyor ve üzerinden 34 yıl geçtikten sonra da ulaşmaya devam ediyor, edecek.

 

Kaynaklar beni yanıltmıyorsa, The Wall, en çok satan albümler listesinde beşinci sırada yer alıyor. Net rakam belli değil ama 36-48 milyon arasında bir satışa ulaşmış görünüyor. Çıktığı günden bugüne The Wall hiç ama hiç gündemden düşmedi. Ve şimdi, Waters’ın 2010’dan 2013’e kadar süren 219 konserlik The Wall turnesinin belgeseli, ya da bir başka deyişle konser filmi gündemde. Ancak sahne arkası kayıtları, röportajlar, arşivden özel parçalar da filmin içeriğini zenginleştirerek sadece “konser filmi” olmanın ötesine geçiyor.

 

Kayıpların öyküsü

 

 

The Wall albümü, Roger Waters’ın 31 yaşında savaşta ölen babasının ardından yaşadıklarının ve hissettiklerinin dışavurumu olarak özetlenebilir. Hüzün, içe kapanış, izolasyon, yalnızlık, bunalım, arayış, hayal kırıklığı ve öfke gibi duyguların karmaşasından oluşuyor. The Wall’un gündemdeki belgesele konu olan turnesi ise, teknoloji ve sahne performansı aracılığıyla bu kayıp duygusunu adeta güncelleyip bugüne taşıyarak, insanlara ulaşmıştı. Unutmak ne mümkün, İstanbul konserinde, sahnedeki dev projeksiyonda Ali İsmail Korkmaz, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş, komiser Mustafa Sarı’nın resimlerini de görebilmiştik.

 

Roger Waters The Wall filmi, müzikal boyutunun yanında, kişisel bölümler de içeriyor. Babasının savaşta İtalya’daki Anzio sahilinde (18 Şubat 1944’te, kendisi henüz beş aylıkken) öldüğünü bilse de, bedeni bulunmadığından (ve belki de kendini hazır hissetmediğinden) daha önce hiç oraya gitmemiş olan Waters’ın ilk defa Anzio’ya gidiş yolculuğu da filmde var.

 

Yakın bir gelecekte ise Roger Waters’tan yepyeni şeyler duyabiliriz. Bir “radyo oyunu”ndan söz ediliyor örneğin. Bir yandan da anılarını yazmaya başladığını ve bir buçuk yaşındayken Cambridge’e taşınmalarını anlatan bir bölümü bitirdiğini söylüyor ama oradan derli toplu bir şeyler çıkar mı bilinmez. Göreceğiz...

 

The Wall’den dört yıl sonra Pink Floyd, The Final Cut albümünü çıkarmıştı. Waters’ın babasına ithaf ettiği bu savaş karşıtı albümün son dizeleriyle bu yazıyı bitirebilirim ben de: “En sonunda anlıyorum/ Azınlığın duygularını/ Küller ve elmaslar/ Düşman ve dost/ Nihayetinde eşitiz hepimiz.”

 

 

 


 

 

* Görsel: Onur Aşkın

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.