Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Oda Sıcaklığında Okunacak Şiir Kitapları



Toplam oy: 88
Niçin şiir kitapları? Çünkü içimizdeki ve dışımızdaki yabancılaşmaya karşı biricik panzehir şiirdir. Ev de bir şiirdir ve evde kalmanın kıymetini anlamak için öncelikle eve dönmek şart. Çünkü ev biricik şarkımız ve kalbimizdir.

Dünyayı kasıp kavuran bir salgının içine düştük. Dünya tarihinde isimleri farklı olsa da buna benzer salgınlar yaşandı. Hepimizi ölümle ve yaşadığımız hayatla yüzleştiren bir sürecin içindeyiz. Şimdiden korona sonrası dünyanın nasıl bir sosyolojik, psikolojik dönüşüm yaşayacağına dair tezler ortaya atılmaya başlandı bile. Bekleyip göreceğiz. Bu süreç halka yapılan evde kalın çağrılarıyla hatırlanacak en çok da. Ev, o eşsiz ve bereketli imge, böyle kötü bir vesileyle de olsa sözlüklerimize yeniden kazındı. Günlerdir evlerimize kapandık ve başta alışkanlıklarımız olmak üzere baştan ayağa sarsıcı bir değişimin içindeyiz. Eve kapanmak, eve çekilmek, eve dönmek, evde kalmak, evle kalmak… Ev üzerinden zengin bir çağrışım haritası çıkartabilmemiz mümkün. Şu süreçte evde kendi evimizi yani kalbimizi bize yeniden hatırlatacak belli başlı şiir kitaplarından söz edelim istedik. Bu kitaplara başka kitaplar da ilave edilebilir elbette. Bizim yaptığımız bir işaret fişeği yakmak.


Hızır’la randevu
Ev, ilk elde bir bekleyiş imgesiyle karşılar insanı. Hızırla Kırk Saat, bu bekleyiş ve kavuşma imgesini Hızır özelinde anlatır. Sezai Karakoç, Eğik Ehramlar kitabında bu şiirin yazılış serüvenini anlatırken “Sanki orada Hızır’a randevu vermiştim de, her gidişimde, bu randevunun verimi ve armağanı olarak bir bölümle döndüm.” der. Hızır, irfan dünyamızın önemli bir ismidir. Darda kalanlara yetişen, sıkıntıları gideren kurtarıcı ve diriltici bir kahraman. Karakoç’un dünyasında diriliş kelimesinin kıymetini düşünürsek şairin Hızır imgesine yaptığı atfı çok daha iyi anlarız. Hızırla Kırk Saat, kırk rakamına dair yapılan o kadim göndermeyle birlikte modern bir mesnevi hüviyeti taşır. Geçmişle şimdi arasında kurulan güçlü bir bağ. Şiir, hem bir dua, hem bir yakarış, hem bir hesaplaşmadır. Batıyla, şimdiki zamanla ve geçmişle (yeşil sarıklı ulu hocalar) hesaplaşma. Sezai Karakoç, içine düşülen yılgınlığa karşı diriltici ve sağaltıcı bir ruh olan Hızır’la birlikte bir yolculuğa çıkar: “Öldükten sonra insan nasıl dirilecekse / Ölmeden ben öyle dirildim”
Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!
İsmet Özel’in Of Not Being A Jew kitabı evde kalanlar için özel bir davetiyedir. Önce ev imgesinin dillerde yankılanıp duran o güzel dizesini hatırlayalım: “Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!” Kitapla aynı isimdeki şiirde geçen bu dize/ler yerleri değiştirilmiş bir şekilde üç ayrı dizede tekrar edilir. “Dön” vurgusu, kendisinin bile ücrasında yaşayan insana yapılan bir “köklere dön” çağrısıdır bir bakıma. Ev çünkü “kalmak zorunda olduğumuz” bir yerden daha çok “dönmemiz gereken” bir mekândır. Mekân kökünün kevn yani oluş, olma köküyle olan bağını düşündüğümüzde Özel’in “Eve dön!” çağrısı daha bir anlam kazanacaktır. Ev, olduğumuz ve olacağımız yerdir. Ve dahi şarkı da kalp de bu oluştan bağımsız değildir. Ev bizim değilse kalp veya şarkı da hiç şüphesiz bizim değildir. Özel’in dönülecek yerleri ihtar ederken söze evle başlaması da bu bahiste oldukça anlamlıdır. “Kalbime döneceğim, ama hangi yolla?” sorusunu sorar Özel. Of Not Being A Jew bu özel soruların eşliğinde, evde kalanlar için usta işi bir yol rehberidir.
Cahit Zarifoğlu için ev menzildir

Ev aynı zamanda bir menzildir bizim için. Ahiret yurduna göçmeden önce konakladığımız bir yer. Ev değişir ama kalbimizde deveran eden faniliğin tınıları hiç değişmez. Ev de, insan da, dünya da gelip geçicidir. Cahit Zarifoğlu’nun Menziller kitabı, insanın yeryüzü macerasına odaklanmış bir şiirler toplamıdır. Menziller, Çoğalmak şiiriyle başlar.
Menzilin ve evin bereketi çoğalmak imgesinde daha bir belirginleşir. Aşka Dair şiirinde insana emeği ve alın terini hatırlatan dizelere selam veririz: “Öyle sofralar gördüm ki / İnsan kasları vardı tabaklarda” Menziller’deki şiirleri, dünyayı ve kalbi bir irfan mektebine dönüştüren bir şuur uyanıklığı, bir hâl tercümesi olarak da okuyabiliriz. Hâlden hâle geçen insanın kendi içine doğru yaptığı bir hicret yoklaması... Kitapla aynı adı taşıyan şiirin şu dizelerine bir yürek bakışı yapalım: Baktığın dağların düşüncesi bile ağlatır beni / Hür olurum buyruklarını bir bir donansam sultanım.”
Saadet ve huzur iklimi: Evler
Behçet Necatigil, bir ev şairi olarak bilinir. Onun Evler kitabı, modern Türk şiirinde ev imgesi merkezinde yazılmış en kıymetli metinlerden biri olma özelliği taşır. Necatigil’in şiirlerinde gördüğümüz saadet ve huzur iklimi evde olma duygusuyla iç içedir daha çok. Kopuş ve mutsuzluk imi de evden uzakta kalmakla ilgilidir. Evler kitabı Evin Halleri şiiriyle açılır. İsmin hal ekleriyle özdeşlikler kurularak örülen şiirde Necatigil, ev ve insan arasında kurduğu bağı yorumlar. Sokak bu bahiste Necatigil için olumsuz bir çağrışımla doludur. Sokaktan Gelmek şiirinde şu dizeleri söyler: “Sokağa mı çıkıyorsun dikkat et / Emanet ol Tanrıya / Sokak demek / Eksilmek yarı yarıya.”

Ev bir toplanma yeridir

Ev bir toplanma yeridir aynı zamanda. Çağrışımların labirentinde dolaşırken dilimizden düşmeyen kelime yaşamaktır. Hayat kaygısı, benlik, aşk ve ölüm ve dirim üzerine düşünürken kendimizi bir Turgut Uyar şiirinde buluruz. Toplandılar, eve kapandığımız şu günlerde okunacak kitaplardan biridir. Kar Altında, Evde başlıklı şiirle bir açılış yapar Uyar: “toplanıp bir odanın / en güzel geçmişine / dünyayı ısıtalım” Direnç, dirime bakan yüzüyle olsa gerek Uyar şiirinin sinir uçlarında dolaşır durur durmadan. Bir Şeyle Mukayyetiz Serbest Değiliz Efendim şiirinden tadımlık iki dize: “şaştım, senin hançerin bu kadar mıydı / varmadı yüreğime”
Bütün saadetler mümkün

Bir evin geçmişini Google’da aratarak bulamazsınız. Hatıralar insan hafızasında saklanır. Tam da burada kadim insan hafızamızın usta şairi Ziya Osman Saba, imdadımıza yetişir. Onun Geçen Zaman kitabındaki şiirler, bu hatıra ormanında dolaşan nazlı kuşları andırır. (Saba’nın bütün şiirleri yakın zamanda Cümlemiz adıyla yeniden yayımlandı.) Bir hülya ve saadet bahçesidir Saba’nın dünyası. Ev, oda, bahçe, sokak, sebil ve güvercinler. Neyi anlatırsa anlatsın, her seferinde ölüme yakışacak bir hayat yongası çıkarmayı başarır şair. Bütün saadetlerin mümkün olduğu bir dünyada ölüm de o saadetin serlevhası gibidir Saba şiirinde: “Ümitler içindeyim, çok şükür öleceğiz…”
Bir oda sıcaklığında okunacak şiir kitaplarına başka neler ilave edebiliriz? Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın bir çocuğun muhayyile dünyasında Allah’la kurduğu teklifsiz ve içten bağları anlatan bir şiirler toplamı olan Çocuk ve Allah, Attila İlhan’ın ikinci ve belki de en meşhur şiir kitaplarından biri olan Sisler Bulvarı, evde hasretlik bağları güçlenen insanı o hasretin coğrafyasına sürükleyecek Ahmet Arif’in Hasretinden Prangalar Eskittim kitabı, yine Ahmet Muhip Dıranas’ın bize söylenmemiş aşkların güzelliğini anlattığı Şiirler’i, Alaeddin Özdenören’in okundukça bir ateş gibi içe doğru büyüyen bir aşkın alevine bürünen Bütün Şiirler kitabı bu listeye ilave edilebilir.


Ev de bir şiirdir

Dünya şiirinden birkaç kitabı da evlerimizde misafir etmemiz ufkumuzu açacaktır. Nizar Kabbanî’nin İbrahim Demirci ve Turan Koç çevirisiyle yayımlanan Gazaba Uğramış Şiirler, Mahmud Derviş’in Mehmet Hakkı Suçin çevirisiyle Bu Şiirin Bitmesini İstemiyorum, Lorca’nın Alova çevirisiyle yayımlanan Ne Garip Federico Adında Olmak, Rilke’nin Ahmet Cemal çevirisiyle yayımlanan Bütün Şiirlerinden Seçmeler ve şairimiz Ezra Pound’un Ülkü Tamer’in harika çevirisiyle yayımlanan Cathay kitapları şu süreçte okuyabileceğimiz bazı kitaplar.
Niçin şiir kitapları? Çünkü içimizdeki ve dışımızdaki yabancılaşmaya karşı biricik panzehir şiirdir. Ev de bir şiirdir ve evde kalmanın kıymetini anlamak için öncelikle eve dönmek şart. Çünkü ev biricik şarkımız ve kalbimizdir. Nuri Pakdil’in – bağlamı farklı olsa da bize aynı hissiyatı ve kökleri hatırlatan – Biat I kitabındaki son cümleleriyle bitirelim sözü: “Absürt bir ölüdür yabancılaşma. Hepimiz, bir parçasından tutarak evin dışarısına çıkarıyoruz. Ev, uygarlığımızın yüzyıllar boyunca içinde oluştuğu yurttur.”

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.