Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Şimdinin içinden öte geçeler



Toplam oy: 973
Fırat Demir
160. Kilometre
Yeni Cüret Çağı’nın dış dünyası ve sözcükleri Öte Geçeler’de yerini daha karanlık bir tekinsizliğe bırakıyor. Şehrin karmaşık düzlüğünden dağların puslu aydınlığına çıkıyor Demir.

Yeni Cüret Çağı’nın şairi Fırat Demir’i BirGün, Milliyet Sanat, bianet, Kaos GL, Bir+Bir, kitap-lık, Yasakmeyve, Kontra gibi mecralardaki yazı ve şiirleriyle de tanıyoruz. Şair şu sıralar Agos gazetesinde yakın geçmişin iz bırakan portrelerini duyarlığı ve dolaysızlığı yüksek bir detaycı bakış açısıyla ele alıyor. Ayrıca yakın zamanda gerçekleşen 13. İstanbul Bianeli’nin kendine başlık olarak seçtiği Lale Müldür’ün Anne Ben Barbar mıyım?’ından hareketle Hâlâ Barbar Mıyız? adlı bir deneme kitabı hazırladı. Kitap, on yedi yazarın “barbarlık” kavramı üzerinden geçmişe ve günümüze tarihsel, siyasal, edebi, sanatsal vb açılardan bakmaya çalışan yazılarıyla oluşmuş, oldukça ilginç bir derleme.

 

İlk şiir kitabı Yeni Cüret Çağı’nda, dışarıya çıkan lirik öznenin kendisine kapanan, bu kapanma halini etrafa paylaştıran deneyimini “yeni” bir lirizmle ele alıyordu Fırat Demir. Yeni bir lirizm çünkü aşkı, kimlikleri, cinsel kimlik arayışlarını, tarihi ve politikayı ele alırken tutuk bir imgeselliğin içine hapsetmemişti şiirini. Paul Newman, Batman, popüler kültür eleştirisi, Ece Ayhan, Müjde Ar, Ahmet Haşim, Sezen Aksu Yeni Cüret Çağı’nın kaynaklarından sadece birkaçıydı. Kaynağını kendi öznel gerçekliğinin içinde değerlendiren, anlatımcı, akışı tekrarla bölen ve ilerleten şiirlerdi bunlar. Şairin dize kurarken kullandığı bu kesikli ama akışkan teknik, kendisini içeriğin dizaynında da gösteriyordu: “Ben beni sana alıştıramam/ Anlamsız çığlıklar atarım bir anda/ Ya da saatlerce boşluğa dalar gözlerim/ Sen hep aynı cümlelerinle/ Doğaya karşı gelirken/ Yaratamadığın dengeler için/ Tam ortaya gergin bir ip çekerim/ Ben senin sevgilin olamam”.

 

Şairin ikinci kitabı Öte Geçeler de yakın bir zaman önce yayımlandı. “Öte geçe” (karşı taraf anlamında) ifadesi, aklımıza hemen Ülkü Tamer’in “Memik’e Ağıt”ını getiriyor. Kaçakçı gencin ölümle sonuçlanan dramatik öyküsünü anlatan şiir, muradın bu dünyada olmadığına dikkat çekmektedir. Fırat Demir, kitabına Öte Geçeler adını verirken bu şiirden mi ilham aldı bilmiyoruz fakat şairin bu kitapta bir “öte yer” arayışında olduğu çok açık: “Başka zamanları yazmaya gideceğim, şimdiyi yok etmeden önce, dediydi Köpek Adam Şair./ Öte geçe, karşı köy, dünyaya ait olmayan dünyalar, aramızda dağ var, dediydi Köpek Adam Şair”.

 

Yeni Cüret Çağı’nın dış dünyası, onun sözcükleri Öte Geçeler’de yerini daha karanlık bir tekinsizliğe bırakıyor diyebiliriz. Şehrin karmaşık düzlüğünden dağların puslu aydınlığına çıkıyor Demir. Kendisini ve dünyayı bu mistik atmosferin içinden bir kez daha yoklamaya girişiyor. Dilden öze doğru çektiği hattın dolayımında geçmişi ve şimdiyi “yolların, ölülerin, ova üstünde uçan kuşun”, Pater Noster’in üzerinden anlamaya çalışıyor: “Sevdiklerim önce inandıklarıma/ Sonra da sahip olduğum tüm zamana/ Beton döktü”. Betonun ayrıştırılması ve tek tek kendi kalacak olan varlığın gerçekliğine erişme süreci de diyebiliriz Öte Geçeler için. Kitabın iki bölümden oluştuğunu hatırlatarak ikinci bölümün tek şiiri olan “Köpek Adam Şair”in kitaptaki diğer parçaları bütünleyen bir uzun anlatı olduğunu da belirtelim. Şiir, Büyücü, Said, Beran, Gabi gibi personalarla birlikte lirik öznenin bugün karşısında geçmişe gitmenin, ona sığınmanın yollarını modern bir anlatıyla arıyor. Doğu’ya kırmızı bir Hyundai ile, Kate Bush’un “And Dream of Sheep”iyle, haşhaşla yapılan bir yolculuk…

 

Karanlığın, mistiğin, gerçeğin ve öte gerçeğin kitabı Öte Geçeler: “Bana dediler ki, seni eve götüreceğiz./ Haşhaş çiçekleri gibi, kökleriyle ağır./ Onlar beni daha derine ve/ daha derine çektiler”.

 


 

* Görsel: Can Çetinkaya

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.