Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Varla yok arası türlerin izinde



Toplam oy: 929
Normal şartlar altında varla yok arasında kalmaması gereken türlerle ilgili çalışmaların sayısının gün geçtikçe artıyor olması, en başta, bu türleri yakından takip edenleri memnun edecektir.

Seda Uyanık, Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü’nde yazdığı doktora tezinin genişletilmiş hali olan Osmanlı Bilim Kurgusu: Fennî Edebiyat isimli kitabında, 19. yüzyıl sonu ve erken 20. yüzyılda Osmanlı edebiyatında bilimi merkeze alan anlatıları irdeliyordu. Kitaptaki tanımla söylersek; “Konusunu fennî olaylardan, keşif ve icatlardan alan, ileride olması tahayyül edilen teknolojik gelişmelere yer veren, aya, gezegenlere, uzak kıta ve denizlere yapılan heyecanlı seyahatlerden bahseden roman türü”nden. Ahmet Mithat’ın Fennî Bir Roman Yahut Amerika Doktorları’ndan (1888) Yahya Kemal Beyatlı’nın Çamlar Altında Musahabe’sine (1913), Hasan Rûşenî Barkın’ın Rûşenî’nin Rüyası: Müslümanların ‘Megali İdeası’ Gaye-i Hayâliyesi’nden (1914) Refik Halid Karay’ın Hülya Bu Ya...’sına (1921), Abdülhak Hâmid Tarhan’ın Arzîler’inden (1925) Behlül Dânâ’nın Makineli Kafa’sına (1928)... İsimler tanıdık gelecektir ama kaleme aldıkları eserler için aynı şeyi söylemek güç; diğer bir deyişle Seda Uyanık, kanon dışı kalmış, günümüzde haklarında çok az bilgi olan ve edebiyat araştırmalarında adları pek anılmayan metinleri görünür kılıyordu çalışmasıyla.

 

Geçtiğimiz günlerde, Seda Uyanık’ın 2013’te yayımlanan Fennî Edebiyat’ının “hemen yanına” bir çalışma daha eklendi: Pelin Aslan Ayar’ın Türkçe Edebiyatta Varla Yok Arası Bir Tür: Fantastik Roman’ı. Fantastik Roman da, yine bir doktora tezinin gözden geçirilmiş hali... Türkçe edebiyat tarihi içinde, 19. yüzyıl sonundan 1960’a kadarki zaman diliminde fantastik roman türünün odağa alındığı bu çalışmada da Ahmet Mithat, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Suat Derviş gibi “tanıdık” isimlerle karşılaşıyoruz. Ancak anlatılan hortlaklar, cesetler, yamyamlar, şeytanlar, cadılar, iskeletler hep birer “kocakarı masalı” olarak değerlendirilmiş olmalı ki; aşina olduğumuz bu isimlerin diğer eserlerine göre daha az bilgiye sahibiz fantastik roman türüne dahil edilebilecek eserlerinden. Ne de olsa bilimkurgu gibi fantastik kurgu da “yüksek” edebiyattan sayılmayan, hatta kimi zaman ciddiye dahi alınmayan bir “yok tür!”

 

Dolayısıyla, normal şartlar altında varla yok arasında kalmaması gereken türlerle ilgili çalışmaların sayısının gün geçtikçe artıyor olması, en başta, bu türleri yakından takip edenleri memnun edecektir. Üstelik bu konuda, elimizde olumlu somut bir örnek de var. 

 

 

"Makus talihli" türler 


Bilimkurgu ve fantastik kurgunun yanında, bu “makus talihli” türler arasında polisiyeyi de sayabiliriz. Çoğunlukla alt tür mensupları olarak değerlendirilen polisiye eserler de, tarihin sayfalarında kaybolma riskiyle her zaman karşı karşıya. Ancak yakın bir zaman önce, üç akademisyenin –Seval Şahin, Banu Öztürk, Didem Ardalı Büyükarman– “Türk Edebiyatı’nda Polisiye Romanın Tarihsel Gelişimi 1884-1928” başlıklı araştırma projesi, bir kitap dizisine dönüşerek, ilk polisiye roman örnekleriyle aramızdaki mesafeyi ortadan kaldırdı. Bu araştırma projesinden yola çıkılarak Labirent Yayınevi tarafından yayımlanan “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkçede Polisiye Dizisi” sekizinci kitaba ulaşmış durumda. 

 

Bunun yanı sıra Seval Şahin, Banu Öztürk ve Didem Ardalı Büyükarman, yayına hazırladıkları “Edebiyatın İzinde” üst başlıklı seriyle de “alt tür”lere desteklerini sürdürüyorlar. 2013 yılında Bağlam Yayıncılık’tan çıkan Edebiyatın İzinde Polisiye Edebiyat derlemesine, geçen ay içerisinde yine Bağlam Yayıncılık tarafından yayımlanan Edebiyatın İzinde Fantastik ve Bilimkurgu isimli çalışmayı da eklediler. Kitabın temelinde, 14-15 Kasım 2013 tarihleri arasında Yıldız Teknik Üniversitesi’nde gerçekleştirilen “Türkçe Edebiyatın Hayalperver Çocuğu: Fantastik ve Bilimkurgu Edebiyatı” başlıklı sempozyum var; söz konusu sempozyumda sunulan bildiriler ve paneller.

 

Kısacası, ilgili rafta, birbirlerini sırt sırta destekleyecek dört çalışma...

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.