Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Aydınlıkta fuar bilmeceleri

Evet sevgili okurlar, bir kitap fuarı dönemine daha girmiş bulunuyoruz. Bu defa bir değişiklik yapayım, her şey olup bittikten sonra söylenmek yerine, kitap fuarları bağlamında sorularımı, gönlümden geçenleri önceden bildireyim dedim yayın alemine. Gezi deneyimine güveniyorum kendimden çok tabii, birbirimizi dinlemeye, görmeye, anlamaya, hissetmeye başladığımıza, bu anlamda sözlerin sonsuza kadar boşlukta asılı kalmayacağına, birilerinin onları durduğu yerden tutup alacağına inanıyorum... Okumaya, yazmaya olduğu kadar bir nesne olarak kitaba da tutkun bir bibliyofilim ben. Ancak oldum olası kitap fuarlarıyla başım hiç hoş değildir. Neden? Kitap orada, yayıncısı orada, yazan da, çeviren de, düzelten de, okuyan da işte orada… Ama heyhat, edebiyatın, yayıncılığın, yazarlığın bütün sorunları da orada. Sanırım ki fuar alanının çiğ ışıkları, bütün sorunlarımızı çiğ çiğ aydınlatmakta, hepsini bir bir su yüzüne çıkarmakta.


Önce Anadolu’daki kitap fuarlarıyla başlayıp İstanbul’la devam edelim. Anadolu’da birer birer parlamaya başlayan, pek çok okuru ve yayıncıyı kendine çeken kitap fuarları, bir açlığı bir nebze de olsa doyurmaya yarıyor, doğru. Okur ulaşamadığı kitaplara, yazarlara; yayıncılar da aynı şekilde ulaşamadıkları okurlarına kavuşuyorlar. (Niye böyle bir açlık var, o da ayrı bir tartışma konusu tabii.) Ne güzel. Ama buradaki en büyük sorun, bağımsız kitapçıların dile getirdikleri mağduriyet. Fuar dönemindeki indirimler nedeniyle çok kan kaybettiklerini bildiriyorlar. Bağımsız kitapçı dediğimiz şey, çok nadir, hassas, üzerine titrenmesi gereken bir şeydir efendim, hepimizin bildiği gibi. Bir fuar dönemidir gelir geçer, atlatılır dememek gerek. Belli ki atlatılamıyor.  Peki yok mu bir oluru, bağımsız kitapçıyı fuar döneminde koruyacak, indirimleri dengeleyecek, birbirine yaklaştıracak bir sistem, hatta sistemden çok duyarlık? Eminim ki var...


Şimdi gelelim İstanbul’a ve onun göz kamaştırıcı rakamlarına. İstanbul fuarını eleştirmek vaka-i adiyedendir, boşuna yorma kendini sayın Sabit, diyebilirsiniz. Ama başta da dediğim gibi, ben bu sefer sorularımı önceden yöneltmek niyetindeyim. Ve öncelikli olarak cevabını çok iyi bildiğim şu iki soruyu sormaktan hiç vazgeçmeyeceğim, çünkü eğer sorulmaktan vazgeçilirse, cevapların gelmeye zaten hiç gönüllü olmayacağının bilincindeyim: Sadece İstanbul’da değil, tüm kitap fuarlarımızda edebiyat neden yok? Neden onca kitap ve onca okur arasında gerçek bir buluşma gerçekleşemiyor? Diğer sorularım ise şöyle: Profesyonel ile profesyoneli buluşturabiliyor mu kitap fuarları? Dolaşıyor mu etrafta edebiyat ajanları? Fuar yabancı dillere kendi edebiyatımızı anlatma konusunda üzerine düşen aracılık görevini yerine getirebiliyor mu? Uluslararası olabiliyor mu? İşte bu sorular hep o beyaz çiğ ışıklar yüzünden aklımıza düşüyor.


Zaten çok satan kitapların biraz daha fazla satıldığı bir ticaret çölünden, yaratıcı, verimli, içinde edebiyatın ışığının parladığı, tekelleşmeden azade, keyifli bir fuar dönemi olsun dileklerimle…

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.