Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Madde madde sanat

Herkesin malumu, muhafazakar sanat manifestosu… İskender Pala bize deklare etmeseydi bile bir giyotin gibi üzerimize üzerimize inip kalkıyordu; sanatın ve kültürel yaşamın her alanında, her anında… Tiyatro da, sinema da, edebiyat da, MS’den (hastalık adı gibi duruyor böyle yazınca) nasibini alıyordu…

 

Tek sorun muhafazakar sanat çerçevesinde sanat eserleri verilip verilmemesi değil, muhafazakar sanat çerçevesine girmeyen tüm eserlerin, tüm sanatçıların bu çerçeveye, bu hizaya sokulması çabasıydı…

 

 

Herkesin sanat adına zibidilik yaptığı bir sınıfa seslenir gibi İskender Pala. Arkadaşlar, diyor sanki, lütfen biraz efendi olalım, bakın hocamızın anlattıklarını bile duyamıyoruz… O, böyle dediği için en kötü kompozisyonları yazıp, en kötü resimleri yapsa da hocadan hep aferin alandır, bizler çift dikiş giderken, o sınavları birer birer verip geçen kişidir. Çok iyi biliyoruz ki, okulu birincilikle geçer, iyi bir iş, iyi bir aile kurarken, biz tutunamamakla meşgul oluruz bir ömür boyu… Niye tutunamadığımızı düşünür, kendi kendimizi yer dururuz…  Oysa bizim de aklımız erer pekala, hocalara yaranmak olsun, efendi gibi durmak olsun… Ama olmaz işte, hem yapamayız, hem yapsak da hocalar yutmaz. Ellerimiz ve yüreğimiz ne kadar istese de o hocalara, o ailelere, o işlere, o yaşama tutunamaz… Muhafazakar bir yaşam biçimi olur belki ama, sanat olmaz. 

 

 

 

Ezel Akay, üşenmemiş, Pala’nın manifestosunu madde madde şerh etmiş. Korkmayın aynı şeyi yapma niyetinde değilim ben. Ama mesela kafama sonsuzca takılan, beni sevinçlere ve endişelere gark eden bazı yerler var ki, onları da paylaşmadan geçemeyeceğim. “MS, özgürlüğün ve özgür ortamların her sanatçı için kaçınılmaz olduğunu ön şart kabul eder. Ancak sanat adına yapılmış bayağılığa, kalitesizliğe ve ayrımcılığa karşı çıkar,” deniyor beşinci maddede. İskender Pala, evet çok okunan, çoksatan bir yazar şüphesiz ancak romanlarında kurgu son derece zayıftır hem de karakterleri hiç derinlikli işlenmez. Üstelik tarih içinden çıkardığı hikayelerinde tarihimizi Sünni ve cinsiyetçi bir bakış açısıyla kaleme aldığı bu sütunlarda daha ayrıntılı bir şekilde hep eleştirilmiştir. Yani bu anlamda ayrımcılık yaptığı… Acaba bundan sonra daha az okunmayı göze alıp daha derli toplu edebiyat eserleri mi vermeye başlayacak Pala? Eğer öyleyse edebiyat adına, çok seviniyorum bu noktada.

 

 

Çok seviniyorum tabii…

 

 

“MS, üretimleriyle toplum barışına, aydınlanmasına, maddi-manevi gelişimine katkı sağlamayı amaç edinir.” Bu manifestonun dördüncü maddesi. Demek ki diyorum, bundan sonra toplumdaki ayrımcılığı besleyen muhafazakar kültürel kesim buna bir son verecek. Sözgelimi !f istanbul’daki gökkuşağı filmlerine muhafazakar sanat anlayışı içinde olanlar artık destek verecekler. Ya da yıllardır toplumumuza dair geliştirilen kültürsüzleştirme, eğitimsizleştirme politikalarına karşı gelecekler. Ya da, ne bileyim, yazarlara, çevirmenlere ve yayıncılara açılan davalara tepkilerini dile getirecekler, bütün bunları gündemlerine alacaklar. Yine çok seviniyorum tabii…

 

Sevinç içinde ilerliyorum madde madde. Ya, gelip takılıyorum şu küfür meselesine. Bir sanat eserinde muhafazakar ve Müslüman değerlere küfrün ölçüsü nedir acaba? Neler küfre girer, neler eleştirinin alanına? Burada hukuktaki gibi hakimin takdirine bırakılacak bir durum da yok… İçim içimi yiyor, sınava girmemek, hocaların verdiği ödevleri yapmak yerine kafamıza göre takılmak küfre girer mi acaba? Endişeleniyorum. Muhafazakar sanatçı değilim belki ama bencilim ben galiba hocam, özeleştiri yapsam da, hep kendimi düşünüyorum…   

 

Tüm bu sevinçlerimin içinde böyle endişeli bir gölge gezinip duruyor. Muhafazakar sanat anlayışı çerçevesinde sanat yapmayacak olanları dert ediniyorum kendime. Sanat manifestolarını okumaya bayılırım ben hep oysa. Öyle kışkırtıcı, dipdiri, tazeleyici bir enerji yayarlar hayata karşı ya muhafazakar sanat manifestosundan bu enerjiyi alamıyorum bir türlü. İçime ölü toprağı seriliyor sanki, hadi doğrusunu söyleyeyim, içim bayılıyor, içim kıyılıyor…Ortada tartışılan bir sanat olmamasından mı acaba?... Yok yok, olmuyor, bizi ikna edemiyor Pala. Dersi kaynatmaya devam edeceğiz yine bu gidişle sınıfça, tutunamayan eserler, hayatlar üretmeye… Ah, bunlar hep dikbaşlılığımız yüzünden, biliyoruz, madde madde boynumuzu büküyoruz… 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder


Muhafazakar Sanat Manifestoseu
Madde 15.
MS, -kendisi muhafazakâr olmayan sanat platformlarında hep yok sayılsa ve dışlansa da- muhafazakâr olmayan sanat ürünlerini eleştiren ama asla dışlamayan sanattır.
Sevmedim, sevemedim. Mesele muhafazakar olup olmama değil, mesele açık görüşlü, sağ duyulu yaklaşabilme. Kim ayırdı ki sizi şimdiye kadar. Asıl ayrımcılığı yapan siz değil miydiniz?


Sanatın muhafazakarı olmaz. Sanat, sapmadır; sapıklık değil. İskender Pala'nın maddeleri bir manifestonun coşkusundan çok bir disiplin kurulunun son dönem raporuna benzemiş. Sanat, raporlamak değildir.

Manifesto yayınlamanın bile bir sanat olduğunu unutmuş olmalı.

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.