Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

İnsanlar mı, yoksa vampirler mi daha çok kan emer?!




Toplam oy: 1083
Jasper Kent
Can Yayınları

Vurdalak, yani Rusçada vampir... Kahramanımız yüzbaşı Aleksey, bu sözcüğü her yanını korku sarmış tiksinti dolu bir şaşkınlıkla ilk fısıldadığında romanın ortalarına doğru bir yerlerde tuhaflıklarla dolu olsa da herhangi bir savaş romanı okuduğumuza neredeyse emin olmuş durumdayızdır. Gerçi hikayenin başından itibaren yazarın bize alttan alta verdiği ve ileride daha da çoğunu vereceğini vaat ettiği olağanüstülüğü anlamamış olmamız imkansızdır. Ama yine de filmin bir yerinde gördüğümüz ve hikayenin en kritik noktasında patlayacağından emin olduğumuz o silah patlayıverdiğinde bile bile yerimizde sıçramak nevinden bir hisle sarmalanmaktan kendimizi alamamışızdır. Belki vampir sözcüğünün olağanüstü içeriğinden, belki de yazarın etkili üslubundan... Beni bir giriş paragrafı yazmaktan alıkoyup direk hikayenin en heyecanlı anında tutan kitap belki de tahmin edeceğiniz gibi “Oniki”, sözkonusu yazar da Jasper Kent.

Hikaye Napoleon’un önlenemez bir şekilde Moskova’ya doğru ilerlediği tarihlerde, yani 1812 yazında başlıyor. Kahramanımız Aleksey ve onunla birlikte çalışan üç üst rütbeli Rus askeri, cephenin gerisinde, kimi zaman casusluk da yaparak Bonaparte’ın ilerleyişini durdurmaya çalışan Ruslar kervanındalar. Ancak Bonaparte’ın ordusunun klasik yöntemlerle durdurulamayacağını da kısa süre içinde kavrıyorlar. İşte bu kavrayış yaşamlarını tümden değiştirecek bir öneriye yol açıyor. Aleksey’nin arkadaşı Dimitriy Eflak’ta Osmanlılar’la savaşırken onlara yardım eden olağanüstü savaşçıları Rusya’ya çağırmayı öneriyor. Ve on iki savaşçı eski dostlarına yardım etmek için kısa bir süre içinde Fransız işgaline maruz kalacak Moskova’ya gelerek bu dört askerle bağlantı kuruyorlar. Ancak daha en baştan savaşma yöntemlerinin alışıldık tarzın çok dışında olduğu ve karşılarındakilerin de bu tarzı sorgusuz sualsiz kabul etmeleri gerektiği ortaya çıkıyor. Böylelikle Aleksey ile arkadaşlarının ve elbette Rusya’nın en ufak bir yardıma bile çok fazla ihtiyaç duyduğu o kritik günlerde on iki garip savaşçı Moskova’nın derinliklerine dalıyorlar. Gündüzleri ortadan kaybolup düşmanlarını sadece geceleri vahşice öldüren, durdurulamaz on iki tuhaf adam...

Aleksey’in bu on iki savaşçıya dair ilk andan itibaren hissettiği, ancak bir türlü adını koyamadığı şüphenin karşılığı, onları izlemeye başlamasıyla ortaya çıkıveriyor: Vurdalak... Her ne kadar Ruslar’ın tarafında savaşıyor da olsalar Aleksey’in ilk tepkisi bu savaşçıları öldürmeye başlamak... Bir anlamda insanlığa karşı işlenen suçu durdurmaya çalışmak... İşte tam bu noktada bir asker olan ve ömrünü farklı milletlerden insanları öldürerek geçiren bir adamın savaş, suç, cinayet, vahşet ve yıkım üzerine düşüncelerini okumaya başlıyoruz. Vurdalakların vahşetine ve öldürme şekillerine şahit oldukça ülkesinin ve kendisinin savaşlarla dolu geçmişini irdelemeye başlıyor Aleksey. Önceleri onun gözünde savaşırken öldürmek bir zorunluluk, hatta bir onur. Ancak bu düşünce kendi ellerliyle ülkelerine soktuğu ve giderek amansız bir takibe, mücadeleye girdiği vampirlerle ilişkiye girdikçe yavaş yavaş kimin daha vahşi olduğunun kararını verememeye doğru evriliyor. Zira, Fransızlar tarafından yakılıp yıkılan görkemli Moskova’nın, öldürülen binlerce masum sivil insanın, derken Bonaparte’ın ensesinde Rus ordusu olduğu halde Rus kışından kaçışının ve bu kaçış sırasında önce atlarını sonra arkadaşlarını açlıktan yiyerek, donarak ölen Fransız askerlerinin acıklı görüntüsü Aleksey’e hiç de yardımcı olmuyor.

Bütün bunlar olup biterken Aleksey’in bir numaralı düşmanı olan vampir Yuda da, kahramanımıza ve biz okurlara iki anlamda hiç beklenmedik ve son derece tatsız bir son veriyor: Moskova’da görüşmeye başladığı ve aşık olduğu fahişe Domnikiia ve karısı Marfa arasında verdiği ikiyüzlüce kararın, -ki bir yanda metresi bir yanda da karısıyla ölene dek mutlu yaşayacağı sanısıdır bu-  sonsuza kadar cezasını çekecek bir şüpheye boğulması... Ve vahşet dediğimiz şeyin, zevk için öldürme arzusunun, doğaüstü yaratıklara atfedilemeyecek kadar insani ve ötelemeyeceğimiz kadar yakınımızda olduğu kavrayışı...

Sözün kısası, doğaüstü yaratıkların, vampirlerin vahşeti aracılığıyla insanın içindeki vahşeti anlatmayı, bu vahşetle yüzleşmeyi tercih etmiş bir yazar Jasper Kent. Bu anlamda “Oniki”, zamandaşı olan diğer vampir kitaplarından da bir parça ayrılıyor.  Oniki, vampir öykülerinin suyunun çıktığını düşünenleri de, ki oldukça haklılar, vampir öykülerine doyamayanları da, hatta tarihi romanları seven okurları da hayal kırıklığına uğratmayacak nitelikte bir roman. Ve dolayısıyla bu haftanın en şahane kitabı.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.