Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

"Okunmuş" Yaşamlar




Toplam oy: 1050
Javier Marias
Can Yayınları

Okuma ediminin kaçınılmaz bir boyutu da yazarla kurulan ilişkidir. Okuma süreci içerisinde, bir insan olarak tanımadığı yazarı tahayyül etmeye çalışmayan bir okur var mıdır? Kuşkusuz bu tahayyül edimi de yapıtın içeriği ile ilintilendirilir. Romantik bir yapıtta yazarın da romantik bir kişiliği olabileceği hissiyatı güçlenirken, komik bir yapıtın arkasında doğal olarak komik bir yazar-kişilik kurgularız.

Ancak eğer otobiyografik özellikleri baskın bir yapıttan söz etmiyor isek, edebi yapıtın sunduklarından yola çıkarak yazarın kişiliği hakkında kesin bir fikre sahip olabilme ihtimalimiz oldukça düşüktür. Kaldı ki otobiyografinin varlığında bile kişinin kendi hakkında ne kadar nesnel davranabileceği de oldukça tartışmalıdır. Hepimiz gibi yazarların da çoğul kişilikleri/hikâyeleri vardır. Bir benim algıladığım kişiliğim, olası bir otobiyografinin konusu budur; bir de öteki gözün gördükleri. Çok cimri isem, bunu "ben çok cimriyim" diye anlatabilir miyim? Daha da ötesi kendi ölçütlerimde çok bonkör bir kişilik olabilirim.

Bir başka kaynaktan yazarın kişiliği hakkında bilgiler edinmeden önce bir kaç yapıtını okumuş ve ister istemez, ya da isteyerek bir kişilik kurgulamış isek, sürprizlere hazır olmalıyız. Yaratıcı denen insan türü genellikle arızalıdır (aslında insan türü genelde arızalıdır, nedir "normal"? En arızalıları yaratıcı oluyor diyebiliriz). Dolayısıyla bizim çok sevimli yazarımızın son derece bencil ve sevimsiz bir portresi çıkabilir karşımıza. Veya son derece ciddi yapıtları olan bir yazarın vur patlasın çal oynasın bir hayat sürdüğünü; ideal aşık olarak hayallerimizi süsleyen o muhteşem aşk şiirleri şairinin kadınlara son derece kötü davrandığını öğrenerek şaşırabiliriz.

Geleneksel yazar biyografileri birbirlerine oldukça benzer. Biyografi yazarının farklı motivasyonları olabilir. Kimileri hayran oldukları yazarları çalışırlar ve bu hayranlık ve aynı zamanda nesnel olma çabası ortaya karışık bir yorum çıkarabilir. Ya da tamamen edebiyat tarihi çerçevesinde yapılan bir çalışma ile yazarın edebi yaratısının eleştirildiği, yaramazlıklarının ve arızalarının pek de öne çıkarılmadığı (çalışmanın hedefleri çerçevesinde bu yönler araştırılmaz da zaten) biyografiler çıkar ortaya. Nitekim Marias da kendi çalışmasının bu çerçevedeki farklılığı hakkında şunları söylemekte: "Bu kitapta anlatılan yaşamlar, daha doğrusu yaşam parçacıklarıdır: Yapıtlar hakkında bir fikir verdikleri nadir olduğu gibi, kurgu karakterlerin sempatik ya da antipatik bulunmalarının da yazarlarının beğenilmesi ya da hor görülmesiyle pek ilgisi yoktur. Bu kitap azizlerin hayatını anlatmanın da, genellikle üstat sanatçılara reva görülen ağırbaşlılığın da uzağındadır sanırım, Yazınsal Yaşamlar'da aslolan bir sevgi/şefkat ve nükte karışımıdır. İkincisinin her anlatıda yer aldığı kuşkusuzken, ilkine Joyce, Mann ve Mishima'da yer veremediğimi kabul ediyorum."

Javier Marias'ın Can Yayınları'ndan çıkan Yazınsal Yaşamlar'ı ilginç bir çalışma. Marias kendi beğenilerini işin içine katmadan bir dizi yazarı ağırlıklı olarak arızaları, insanlarla ve diğer yazarlarla olan ilişkileri açısından resmediyor. Kitabı okuduktan sonra bunun bir portre sergisine ne kadar benzediğini düşündüm. Hızlı ve seri fırça darbeleri ile yaratılmış edebiyatçı portreleri. Marias'ın amacı seçtiği yazarların daha az bilinen yönlerini öne çıkarmak. Yukarda betimlemeye çalıştığımız yazarı yazdığından yola çıkarak kurgulama süreci kitabı okurken Marias için de işliyor kuşkusuz. İronik kimi zaman sarkastik bir üslubu ve yaklaşımı var. Hem kendisi eğleniyor hem de okuyucuyu eğlendirmek istiyor, nitekim önsözde yazarken en çok eğlendiği kitabının bu kitap olduğunu belirtiyor. Her yazara ortalama 4 sayfa ayırmış. Başlıklar da zaten konuya nasıl yaklaşacağının ipucunu veriyor: Afrası Tafrasıyla James Joyce, Thomas Mann ve Ufak Tefek Rahatsızlıkları, Rainer Maria Rilke Esin Perisini Beklerken, Madame du Deffand ve Salaklar, Yukio Mişima ve Ölüm, Nabokov Kendinden Geçince, gibi.

Edebiyat meraklılarını keyifli ve bitmesini istemeyecekleri bir okuma süreci bekliyor. Bu köşede tanıttığımız Bir Fotoğrafınız da Ben de Kalmış 'da yerli edebiyatçılarımızın dünyasına yaptığımız gezintiyi şimdi dünya edebiyatı düzeyinde yapabilme şansına kavuşuyoruz. Turgenyev'in annesi, Lampedusa'nın yazmaya karar vermesine neden olan kuzeninin şiir kitabı yayınlaması olayı ("Matematiksel bir kesinlikle biliyorum ki ondan daha salak olamam, bu nedenle masanın başına geçtim ve bir roman yazdım") , Arthur Conan Doyle'un Sherlock Holmes ile yaşamı boyunca süren dalgalı ilişkisi, Stevenson'un şarap ve tütün aşkı ("bunlar olmadan yaşanan bir yaşamda yapılabilecek tek şey ulumak, tepinmek ve kaçıp gitmektir"), Nabokov'un Sovyetler Birliği'nden kaçışından sonra, bundan haberi olmayan sevgilisinin hala eski adresine yolladığı ve hiç bir zaman açılamayan mektuplar, diğerlerine göre daha çok bilinen Rimbaud-Verlain arasındaki ateşli ve sorunlu ilişki, Anais Nin'in Djuna Barnes takıntısı ve daha niceleri. Kapanış bölümü ise sanatçıların (burada ilk bölümde yer alanlardan başka edebiyatçılar da var) fotoğrafları ve bu fotoğraflara Marias'ın yorumlarından oluşuyor.

Keyfini daha iyi çıkarmanız için bir solukta okumak yerine, her gün yatmadan bir bölüm tavsiye ediyoruz. Böylece o gece ve ertesi günü o yazarla, onu düşünerek geçirebilir ve hep anımsayacağınız bir ağustos ayı yaşayabilirsiniz.

Güzel çevirisi için Pınar Savaş'a da teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.