Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Hayatımı yazsam roman olur!




Toplam oy: 157
Harvard’da ilk yılını geçiren genç bir kadın olan Selin’in aylaklığını, keşiflerini ve tanışmalarını takip ediyoruz. Bu yönüyle hakikaten bir ilkgençlik romanı Budala. Arkadaşları Ivan ve Svetlana ile kurduğu bağ, Selin’in Rus dili ve edebiyatıyla olan ilişkisine benziyor: Yeni ve gizemli.

Pek çoklarından duymuş, hikâyelerden okumuşuzdur: Hayatımı yazsam roman olur! Ne ki, kurmacanın içine bir ömrü, hadi diyelim bir ömrün parçalarını sığdırmak sanıldığı kadar kolay değildir. Evet, sahiden de, her insan anlatıcısını bekleyen bir hikâyedir; ama o anlatıcının “kendi” olması işi iyiden iyiye çetrefil hale sokar. Bütün bunlara karşın, çağdaş edebiyatta bunun üstesinden gelen yazarları okumak, biz öteki çağdaşlar için mutluluk verici. Onlardan birinin, yayınlanmış her iki kitabıyla Amerika’da ses getiren -ve üçüncüsü merakla beklenen- Elif Batuman’ın Budala’sı nihayet Türkçede basıldı...

 

Bir süredir, telif ya da çeviri, yolumun kesiştiği pek çok yeni kitapta gündelik hayatı okuyorum. Üniversite yıllarımda Henri Lefebvre ve metinleriyle pek bir içli dışlı olduğumdan olacak, hoşlanıyorum da bundan. Özellikle düşünürün The Critique of Everyday Life ya da Gündelik Hayatın Eleştirisi (Sel, 2012) kitabı, sıkı bir referans kitabıdır. Lefebvre’in gündelik hayata olan ilgisi, burada bir problem yakalamasıyla ilişkilidir. Öyle ki, gündelik hayat, “en çetin sorunlardan birini, tekrar sorununu” gündeme getirir. Yoğun bir Karl Ove Knausgaard okumasının üzerine geldi Batuman’ın Budala’sı. Bu tesadüfün zihnimi gündelik hayata taşıması ise, herhalde tesadüf olmasa gerek.

 

Kendini ve zamanı yazıyor

 

Hem Knausgaard hem Batuman, her şeyden önce iyi birer gözlemci. İki yazar da, metinlerini hayatını hikâyeleştirerek kuruyor. İsveçli yazarın Kavgam serisinde bütün yaşamını izlerken, Budala’da baş karakter Selin üzerinden Batuman’ın Harvard yıllarını okuyoruz. Pekala, yazarların yaşamından izlek denilebilir bu metinlere. Tıpkı yıllar önce Thomas Bernhard’ın, daha da önce Dostoyevski’nin yaptığı gibi. Nasıl, Bernhard’ın Avusturya entelijansiyasının yozlaşmış taraflarını anlatırken duyduğu hiddeti hissediyor ya da Suç ve Ceza’da sanki bir filmin içinde, dönemin St. Petersburg’unda toplumun bir parçası haline geliyorsak, Elif Batuman da bizi milenyum arifesinin akademiye yeni adım atmış ilkgençleriyle tanıştırıyor. Budala elimizdeyken, sanki Selin’in emanet dostu oluyor ve “o anın içinde yaşıyoruz”.

 

Çağdaşımız yazarların, çoğu kez, kurguya zeval gelmesin diye metinlerindeki “ben”i reddettiğini, bunun olsa olsa okurun gözüyle ilgili olabileceğini ifade eden söyleşilerini okuruz. Elif Batuman bunu reddetmiyor, apaçık, “kendini ve zamanı” yazdığını teslim ediyor. The Guardian’dan Paul Laity’e, yazarlığı, yaşamının her dakikasını elden çıkarma uğraşı olarak gördüğünü söylüyor.

 

Kurguda, Harvard’da ilk yılını geçiren bir genç kadın, Selin’in aylaklığını, keşiflerini ve tanışmalarını takip ediyoruz. Bu yönüyle hakikaten bir ilkgençlik romanı Budala. Arkadaşları Ivan ve Svetlana ile kurduğu bağ, Selin’in Rus dili ve edebiyatıyla olan ilişkisine benziyor: Yeni ve gizemli. Batuman’ın romanında, tıpkı adamakıllı çizilememiş bir çizgi gibi, çalkantılı günlerin ve bağımsız ders içeriklerinin peşinden sürükleniyoruz. Kurguda zamanın dağınıklığı okurun takibini zorlasa da, hikâye, böylece gündelik hayata daha bir dokunur oluyor.

 

“Kendinden daha da uzun gecelere uzanan uzun günlerde, yerleştirme sınavları için bir sınıftan diğerine sürüklendim. Zemin katta oturup Rönesans insanı olmak mı daha iyi, yoksa bir uzman olmak mı konulu denemeler yazmak zorundaydınız. Melankolik kelime problemlerinden oluşan nicel mantık testleri vardı ve her akşam, yerde oturup kocaman bir denizdeki küçük bir balık olduğunuzu anladığınız kalabalık toplantılar olurdu, bu durumun endişe kaynağı olmaktan ziyade canlandırıcı bir sorgulama olarak görülmesi gerektiği ileri sürülürdü. Balıkla ilgili şeyi düşünmeye ağırlık vermemeye çalıştım, ancak bir süre sonra beni aşağı çekmeye başladı. Birileri size devamlı büyük denizdeki küçük balık olduğunuzu söylerken neşeli hissetmek zor oluyordu.”

 

Elif Batuman’ın Pulitzer finalisti romanı Budala’yı, şimdilerde üzerinde çalışmakta olduğu üçüncü kitabı izleyecek. Neredeyse bir buçuk yıl önce, çağının durum ve koşullarına uygun olarak inzivaya çekildiğini bir tweet ile duyuran yazarın, dönüşü de herhangi bir sosyal mecradan gelecek bir “bildirim” ile olacak. Çünkü gündelik hayat böyle işler ve işlemeye devam edecek.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.