Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Nuri Pakdil'in Şahitliği



Gayet iyi
Toplam oy: 126
Pakdil’in “anti” ile başlayan bütün cümleleri aslında insanı bir istatistik böceğine dönüştüren, insanı yalan ve sahte dünyaların sofrasında ideolojilere meze yapan çağın kodamanlarına verilmiş esaslı bir cevaptır. Hayat bir soru, insan bir cevaptır. İnsan o cevapla yaşar.

Sartre’ın yazarı tanımlarken kullandığı “çağının tanığı” ifadesi Nuri Pakdil için ilk elde söylenmesi gereken bir hakikat. O, bu tanıklığı Müslümanca bir hassasiyetle ve olağanüstü bir rikkatle Türkçenin burçlarına bir zafer nişanesi olarak dikerek aramızdan ayrıldı. Allah rahmet eylesin, ruhu şâd olsun. Ruh dedim, Pakdil’in sözlüğündeki en ayrıcalıklı kelimelerden birisidir ruh. Onun metinlerinde ruh, omurgaları güçlendiren, direnişi harlayan bir işaret fişeğidir. Ruhunu kazı ve kazan, der mesela. Büyük kaybedişler çağında insan yitire yitire kendini, kendi asil ruhunu bulabilecek midir? Pakdil’in derdi bu soruda uç bulan kavganın, savaşın ta kendisidir aslında. 

 

En çok insan öldürülen bir çağda, yalın ve yalnız insanı nasıl savunabiliriz? Pakdil, İslâm’ın ufku olan insanı arar durmadan. Yazdığı metinlerde onun kadar insan kelimesini böylesi bir sıklıkta kullanan başka bir sanatçı hatırlamıyorum. Onun meselesi insan ve insanın konumu oldu hep. Konunun yandığı ve konumun öne çıktığı bir çağda insan nerede duruyor, bu sorunun peşinde canhıraş bir feryatla dolaşır Pakdil. Özellikle son yüzyılda büyük bir kıyıma uğrayan insana ve onun yüreğine uzatılan bir el gibidir onun bütün cümleleri. O, insana sorguyu, arayışı ve bağlanışı hatırlatır mütemadiyen. İnsana karşı, insana rağmen, insana insanı anlatmak… Pakdil’in hem yalın hem kalabalık yalnızlığı böylesi bir tezadın içinde büyüdükçe büyür. 

 

Nuri Pakdil kimdir? Bir şair mi, denemeci mi, oyun yazarı mı, hikâyeci mi, günlük yazarı mı? Bence hem hiçbiri hem hepsi… Pakdil, bana kalırsa gelecek yüzyılın edebiyatını inşa eden öncü bir sanatçıdır. İtalyan Türkolog Anna Masala “İnsanlar sizi iki binli yıllardan sonra anlayacaklar” demişti. Pakdil’in metinleri bu anlayışın kâşifleri tarafından incelendiğinde karşılarına serapa bir yazar çıkacak. Yazıyla konuşan, yazıyla susan, yazıyla kendine bir kimlik inşa eden usta bir yazar. Bir Yazarın Notları serisini baştan sona okuyanlar benim ne demeye çalıştığımı elbet anlayacaklardır. O serinin ilk sayfasında üstte şu başlık karşılar okuru: “İnsanın Süren Sorgusu” Ve kitabın ilk cümleleri: “Arıyorsunuz? Neyi? Kimliğinizi mi?” 

 

Bağlanmaya giden yol 

Sorgu, Pakdil’in metinlerinde bir ana yol göstergesidir. İnsan sorgulamadığı an yolunu kaybeder. Okumak da sorgunun azığıdır bu bağlamda. Okumadığı gün insan karanlıktadır. Sesini, öfkesini, umudunu, sevincini riyasız ve boyasız anlatmanın derdindedir. Hiç eldiven kullanmaz yazarken. Çıplak elleriyle her harfi, her kelimeyi adeta tek tek okşayarak kurar cümlelerini. Bu da sorgunun ve sürekli olarak bir iç denetimden geçiyor olmanın doğal ve yalın bir fotoğrafıdır aslında. Nuri Pakdil’in kişiliği, eylemi, yazarlığı, hepsi bir bütün hâlinde bir Pakdil fotoğrafı verir bize. Eylemi hayatı, yazdıkları yaşadıklarıdır. 

 

Nuri Pakdil için edebiyat bir karşı duruşu karşılar. O, bu duruşu “klas duruş” olarak resmeder. Ona göre kelimelerin yükünü taşımak, öncelikle o kelimelerin çilesini çekmeye talip olmayı gerektirir. Boşa atılmış bir kurşun yoktur onda. Çünkü hayat olağanüstü bir ciddiyetle yaşanması gereken bir ödev ahlâkıyla iç içedir. Pakdil edebiyatı bir eylem olarak görür. Bir dua, bir yakarış, bir ihtar, bir kimlik ve karakter yoklaması… Onun için mümin bir kuldan sonra iblise karşı koyan edebiyattır. Çünkü insanın vicdanına bağlıdır damarları. Pakdil, o damarı kurcalar daima. Zihinlere çakılan “Batı Çivisi”ne karşı bir panzehir arar sürekli. Pakdil’in “anti” ile başlayan bütün cümleleri aslında insanı bir istatistik böceğine dönüştüren, insanı yalan ve sahte dünyaların sofrasında ideolojilere meze yapan çağın kodamanlarına verilmiş esaslı bir cevaptır. Hayat bir soru, insan bir cevaptır. İnsan o cevapla yaşar.

 

 

Pakdil, yabancılaşma olgusunu hem kimlik hem karakter bağlamında irdeler. İnsanın kendine yabancılaşması karakterin, köklerine, tarihine olan yabancılaşması ise kimliğin yozlaşması demektir. Tarih bir anlatılar toplamı değil, capcanlı bir şahit, çırılçıplak bir bilinç hâlidir onda. Tarihin T’sini bir çekiç gibi tutup salladığını söyler, bir protesto biçimidir bu. Egemen verili koşullar karşısında, köksüzler ve tarihsizler karşısında protesto, Pakdil’in eylemci duruşunun şahdamarıdır. Sistemin görmek istemediği insanın bütün niteliklerini bilinçle ve soylu bir inatla bayraklaştırmanın derdindedir o. Karşı duruş, en şiddetli ve öfkeli tavrını yabancılaşma olgusunda gösterir. İnsan kendisiyle tanışmadan bu karanlık çağdan esenlikle çıkamayacaktır. 

 

Pakdil sözlüğünde umudun yeri bambaşkadır. Bütün bu kötücül ve karamsar çağa karşı umutlarıyla yaşar o. Umudun bittiği yerde el değmemiş bir başka umut daha vardır. Umutlarımı hangi kurşun vurabilir, derken onu hayata ve insana bağlayan ilahî inayete sımsıkı sarılmayı ihmal etmez. Pakdil, tam da bu sebeple, insana ve hayata dair umutlarımıza ve elbette köklerimize sarsılmaz bir özgüvenle sımsıkı bağlanmayı öğretmiştir bize. 

 

İnsanı kuşanan umut 

Batı Notları’nı okurken dilinde Yunus’tan dizeler Paris’e inen bir Müslüman yüreğiyle tanışırsınız. O Müslüman yürek Paris sokaklarını gezerken İstanbul’un güvercinlerini özler. Senegallilere, Cezayirlilere, ümmetin kayıp coğrafyasından kimleri bulduysa işte onlara aşkla, hasretle sarılır. Ufukları ve hayalleri çalınan bir ümmetin çocuklarına “mesuliyet aşısı” yapar. Şehirler onda salt bir bilgi değil, baştan ayağa şuurdur. Mekke, Medine, Kudüs, İstanbul… 

 

Zaman, mekân, insan onun metinlerinde metafizik bir gerilim hattı gibidir. Geçmiş, şimdi ve gelecek o hattın üzerinde birleşir ve tarihsel bir kesitin şahitliğine soyunurlar. Gaflet iptal edilmiş ve kelime aşkın buyruğunda başkaldırmıştır. Pakdil’in en büyük devleti namazdır. 

 

Rasim Özdenören’e gönderdiği 22 Ocak 1971 tarihli mektubunda o büyük devleti ne güzel anlatır: “Yine bir namaz kurtuluşunu çağıralım. Dostumuz namazı takımımızın başına geçirelim. Ben bir adım geriye çekiliyorum. Kalemimizi namazın ilkelerine göre açtık. Sayın başkan namaz, ebedî saygı sana! Namaz, ülkenin potansiyelidir. Mutlak potansiyelidir. Geçmişin tarih kitabı, geleceğin eylem göstergesi, günümüzün temel yasası. Tüm akar suların altın yüreği toplanır bir barajda, suyun cemaat halinde namaz kıldığını gördüm. Namaz kadar her gün yenilenen başka ne vardır? Biz, namaz devletinin üyeleri olunca, sınır taşlarını birer birer eritiriz. Sabır, namazın akrabasıdır.”

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.