Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Talip Olduklarımız Neler?



Zayıf
Toplam oy: 136
Erhan Genç, yeni öykü kitabı Şimdilik Havadisler Bunlar’da gerçekçi karakterleri detaylar, benzetmeler ve spot cümlelerle zenginleştiriyor; kurmaca oyunlarından uzak sade bir üslubu tercih ediyor.

Şimdilik Havadisler Bunlar; Erhan Genç’in yeni öykü kitabı. Genç’in öykülerini ilk günden bu yana takip ediyorum. Bazı öykücüler kimilerine yakın gelir. Galiba Genç’in öyküsü de bana yakın geliyor. Öyküler kitapta bir bütünlük oluşturuyor. Birbirine yakın konular farklı hikâyelerle tazeleniyor. Daha çok kaçırılmış, farkına varılmamış hayatın yeniden fark edilmesi denebilir. Fakat bu fark edişin biraz gecikmeli olduğu vurgulanıyor öykülerde.

 

Birkaç öykü dışında klasik, gerçekçi metinler. Öyküler her ne kadar gerçekçi olsalar bile yer yer fantastik veya büyülü gerçekliğin imkânlarından da yararlanıyor. Her hikâye kendi kurgusunu oluşturuyor. Özellikle detaylar, benzetmeler ve aralara serpiştirilmiş spot cümleler öykülere farklı bir tat katıyor. Öyküde çarpıcılık bekleyen, şaşırtıcı finalleri seven, dil oyunları isteyen, postmodern anlatının kurmaca oyunlarına göz kırpan okurların pek hazzetmeyeceğini de söyleyelim.

 

AYRINTILAR KONUYU DERİNLİK KATIYOR

 

Öyküler anlattığı konu itibariyle ağır atmosferde geçerler. Buna rağmen dili temiz, anlatım akıcıdır. Anlatı detaylarla zenginleşir. Ayrıntı konuya derinlik katar. Yeni Silecekler öyküsünde takıntılı bir karakteri anlatırken takıntılı hal sözde kalmaz, bire bir gerçeklik uyandırılır. Yeni aldığı silecekleri yağmurlu bir günde denemek isteyen adam, bulutlu bir günde yağmurun yağmasını bekler. Bu bekleyiş anı geri gitmelerle öyküyü sağlamlaştıracak detaylar ekler. Burada karakterin yeni aldığı bütün eşyaları hemen kullanmak istediğini görürüz. Hatta bir seferlik kullanma ile kalmaz sürekli onları kullanmaya başlar. Araba lastiklerine varıncaya kadar bir kullanma isteği vardır. Öyle ki, yine lastiklerin sesini duymak için zikzak çizerek ilerler, o sesi duymaya çalışır. Takıntılı kişilerin ruh hallerine şahit oluruz.

 

Kafalarına giren her şey yapılmak zorundadır bir bakıma çünkü kafalarının rahat olması içli arzu uyandıran şey gerçekleşmelidir.

 

Kitabın dikkat çeken bir diğer öyküsü ise Gölgeler Oyunu. Gölge bir imge olarak kişisel gerçekliğin kaybolduğu, artık bir varlığı değil de yokluğu temsil eder. Bu öyküde bilinen bir konu işlenir: baba oğul çatışması. Genç, baba oğul çatışmasına torunu da ekleyerek baba baskısından kurtulamayan oğulun zamanla babaya benzemesini ele alır fakat burada asıl dramatik olan ise torunun doğması ile karakterin babası ve oğlu arasında kalarak öz varlığını kabul ettirememesi. Karakterin eline birçok fırsat geçmesine rağmen babayı bir türlü aşamaz. Aslında aşmaya da teşebbüs etmez. Sadece sözde kalır çünkü kalıba dökülmüş bir kişi vardır karşımızda. Babasına teslim olmuştur olmasına ancak onun isteklerini yapınca kurtulacağını sanır. Evliliği bile bunun için yapar fakat hiçbir şey değişmez. Çocuğu olduğunda ise babasından ne görmüşse, babası ona nasıl davranmışsa o da çocuğuna öyle davranır. “Hayatı hep birinin gölgesi altında geçen” karakter musalla taşındayken bile babasının gölgesi altındadır.

 

HAYATA VURGU YAPAN ÖYKÜLER

 

İnsan hep gölgeden çıkmak, hayatın farkına varmak ve yaşamak ister. Hayallerimiz, beklentilerimiz vardır, bunları gerçekleştirmek için uğraşırız. Hatta gerçekleştiririz de. Ta ki günün birinde, muhtemelen yaşlılık zamanlarında, asıl hayatın bu olmadığını anlarız. Birçok şey yapmamıza rağmen yaşam belirsiz bir şekilde ellerimizin arasından kayıp gitmiştir. Nereye Gidiyorum, İçindeki Yıldız, Mevlithan, Dört Gün, esas hayata vurgu yapan öykülerdir. Nereye Gidiyorum’da zamanla ünlenen, Kültür Bakanlığı’na danışman olan, ardından sempozyumlara, televizyon programlarına konuk olan genç bir şairin babasının sözü ile kendine gelmesi anlatılır. “Sahip olduklarını bırak, talip olduklarına bak” der babası. Önce sahip olduklarını düşünür. Meşhur olmuş, evi, arabası, şoförü olan bir adam iken talip olduklarına bakar. “Neye talibim?” diye soran öykü kişisinin ani bir kararla emekli olmaya karar verişini konu eder.

 

Ölüm konulu iki öykü var kitapta, ilginçtir ikisinde de karakterler kendi ölümlerini anlatırlar. Mevlithan öyküsünde cenazelerde mevlit okuyan hatibin kendi ölümünde de mevlit okumasıdır konu. Bu okuyuş sırasında zihinlerden geçenleri, mevlit okuyucularını, okuma ve para iliskişini abartmadan ele alır. Diğeri ise Dört Gün öyküsü. Kamera ile çekim yapmaya meraklı bir öğretmenin bir köy okuluna atanması ile birlikte yaşadığı hayatı ele alır. Ölüm/kamera ilişkisiyle aslında öykü kişisinin hayatı filme aktarılmaktadır. Öykünün sonunda öğretmenin ölmediğini, karbonmonoksit zehirlenmesi yaşadığını öğreniriz. O son anda hayat sanki bir film şeridi olarak öyküye yansır.

 

Kitapta iki öykü var ki ayrıca dikkatimi çekmiştir. Altı Ay ve Emzik öyküleri. Neden dikkatimi çekti? Öykülerimizde genellikle ev, aile hayatını anlatan öykülerde kadın hep ev işi yapan, erkek elinde gazete veya çay ile oturup televizyon seyreden tiplerdir. Günümüzde yaşam koşullarının degişmesi, kadının iş hayatına atılmasıyla birlikte evdeki işlerde de bir iş bölümüne ihtiyaç duyuluyor. Bu iki öyküde bunun yansımasını görürüz. Altı Ay öyküsünde kişi hasta eşine çorba yaparken, Emzik öyküsünde eşi bulaşık yıkarken erkek de bebeğe bakmaktadır ve diğer kızının saçını toplamaya çalışır. Artık erkeklerin ev işlerinde daha fazla yardım etmeye basladığını öykülerde de görülmektedir. Bunlar anlık, hastalık veya durum gereği olan seyler değiller, çünkü çorba karıştırmaktan bebek bakımına kadar her şeyi bilirler. Emzik öyküsünde erkek karakter kadın karaktere göre daha yumuşak ve merhametlidir. Sorun çıkmasın ister. Buna rağmen kadın, “Doğru düzgün toplasaydın şasardım zaten” diyerek memnuniyetsiz tavrını gösterir. Kitapta kurmaca yönü ağır basan öyküler de var. Dipnotlu Rüya, E-posta ve Nasıl Memur Oldum öyküleri ise kurgusal yönleriyle dikkat çeken öyküler olduğunu söylemekle iktifa edelim.

 

 

 

ŞİMDİLİK HAVADİSLER BUNLAR
Erhan Genç
TÜRK EDEBIYAT VAKFI YAYINLARI 2018

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.