Mutlu sonlara bayılırım.
Gerçekten de bir son gerekliyse, mutlu olmasından yana oldum hep... Ne acılar içinde kıvranan bir kadına dayanabildi yüreğim ne de umutsuz bir erkeğin intiharıyla sonuçlanan bir romana.
Seçim hakkım olsaydı eğer yüzümü hep gülen çocuk karakterlere ve başlarına kötü bir şey gelse de öbür karede hiçbir şey olmamış gibi canlanıveren karikatür kahramanlarına çevirirdim.
Yazılmış ve yaşanmış hayata hükmüm geçmez. Bana düşen sadece, günün birinde hayatımda farklı bir şey olması ümidiyle, yaşamak sayfalar arasında.
İlkler ve sonlar unutulmaz.
Hatırlıyorum da... Bundan kaç kâğıt yılı önceydi.
Sayfa:78
Yer: Sol sayfa, Florentino Ariza’nın evi
Yüzüm Florentino’nun evine dönük, anlamsızca bakıyordum. İçim kan ağlıyordu. Ne konuşuyor ne de yemek yiyordu. Tüm bu iştahsızlığının üzerine ishal ve kusma da cabası. Neydi onu böyle elden ayaktan düşüren? Gerçi elindeki mektubu parkta Fermina’ya vermeyi başarmıştı ama... Kıza uzattığı kamelyanın kabul edilmemesi olabilir mi?
“Nesi var doktor? İyileşecek mi?” diye sormuştu annesi endişeyle.
“İyileşecek. Sadece biraz acı çekmeye ihtiyacı var!” demişti muayeneden önce koleradan şüphelenen doktor. Tüm belirtiler böyle düşünmesine neden olmuştu. Ama hayatında belki de ilk defa yanlış tanı koyuyor ve buna seviniyordu.
“Peki nedir rahatsızlığı?” dedi anne hâlâ endişeli.
“Florentino’nın tek somut sorunu, ölmek için duyduğu dayanılmaz istek,” derken bir şeyi keşfetmenin ya da zor bir bulmacayı çözmüş olmanın rahatlığıyla gülümsedi. Sinirlerini yatıştırmak için ıhlamur içmesini ve uzaklaşıp hava değişikliği yaşamasını salık verdi doktor. “İki hastalığın belirtisini birbirine karıştırmışım. Kolera ve aşk!” deyiverdi sonunda.
Nasıl bir şeydi bu karın ağrıtan, vücut sıcaklığını 36 derecenin çok altına düşüren ve illet bir bulaşıcı hastalıkla karıştırılan aşk? Onun da mı belirtileri aşırı susama duygusu, çökük gözler ve hızlı nabızdı?
Aşk neydi? Tehlikeli bir yaratık mı? Yakalayan, ısıran ve güçsüz bırakana kadar içten içten kemiren bu aşk beni de zehirler miydi? Bilmiyordum. Her ne ise, benden uzak olmasını diliyordum.
İlk deneyimimde bana en zor gelen şey ne bütün gece boyunca iki taraf arasında ezilmek ne de aynı sıkıcı sayfaya mahkûm olmaktı. Bir sayfaya tam alışmaya başlamışken, hoop başka bir sayfaya geçmekti benim ağrıma giden. Gerçi karakter değişmiyordu ama birkaç sayfa önce yatakta pijamalarıyla görüp beğendiğin genç adam karşına yetmiş iki yaşında ve romatizmasından yakınarak çıktığında şaşırıyordun. Biraz amatörceydi ama öyle düşünüyordum. Toydum ve göreceğim daha çok sayfa vardı. Tabii bir de sayfalar arasında bir ömür tüketen paragraflar, satır sonlarına gelen ve alta geçen duygular, gizli kalmış özneler, diyaloglar, sonu gelmez üç noktalar, vb.
Sonra bazılarının adını unuttuğum bir sürü kitap geldi geçti aradan.
Çoğunu çok sevdiğim bir sürü kitap.
Ama ilkler ve sonlar unutulmaz.
İlk seferki saman kokusu yine vardı sonunda.
Sayfa: 163
Yer: Sağ sayfa, Balo Salonu
İçinden hayat fışkıran hoş bir kızdı! 163. sayfaya kadar karşılaştığım aralarda hiçbir çay partisini kaçırmadığını, gezmeye meraklı olduğunu anlamıştım. Bir de dış görünüşüne önem verdiğini. Hem de sırf bir erkeği etkilemek uğruna.
Hele hele baloya gelmeden önceki seremoni? Aklında Vronski ile yapacağı kadril ve süs gülleri, dantellerle geçirilen saatler.
Tüm bu hazırlıklar ne saçma! Pek bana göre değildi doğrusu!
Balo, Kiti için çok iyi geçiyordu. Zerafetiyle karşı cinsi büyülüyordu. Tüm erkekler onunla dans etmek için sıraya girmişti sanki. Ancak Neşeli Kiti, Vronski’yi Anna ile dans ederken gördü ve her şey tepetaklak oluverdi.
“Buna neden olan kim?” diye sordu kendine. “Herkes mi yoksa bir kişi mi?”
Neydi Kiti’nin gözlerindeki ışıltıyı yok eden ve yüzüne gölge düşüren? Hayattan beklentileri olan genç kızı bir anda çevresindekilerin her hareketinden kuşkulandıran? Onu kendi kendine konuşturacak kadar çaresiz ve yalnız bırakan şeyin adı var mıydı? Kiti değişmişti.
Sonra tam pistin kenarında durmuş, Vronski’nin yüzünde ilk defa gördüğü ifadeye anlam vermekle boğuşuyordu ki, bir anda yanımda bitiverdi o.
Hızla inip kalkan yüreciğine takıldı gözlerim. Ardından kırmızı gelinlikli bir kızı andıran katmerli çiçeklerine. En sonunda koluma temas ettiği yerden gıdıklanınca fark ettim, parlak, dolgun ve hep yeşil yaprakları olduğunu kamelyanın.
Ne kadar zaman sonra –ilk karşılaşmanın şokunu üzerimden atınca– tekrar bakabildim yüzüne. Kırmızı çiçeklerinde kaybolmak istedim. Ya bir rüyadaydım ya da hâlâ gerçek iki sayfa arasındaydım ama hissetmiyordum. Sanki kitabın içinden dışarı taşmıştı ruhum. Şimdiye kadar hayatıma giren tüm sayfaları ve paragrafları unutmuştum. Noktalar ve virgüllerse ahmak ıslatan yağmur misali dökülüyordu üzerime. Tanışmak istemiyordum yenileriyle. Sadece onunla konuşmak istiyordum, ona dair ne varsa.
Ne garip! Anlam veremediğim hiçbir şey yoktu hayatımda. Tüm harfleri tanırdım. Bilirdim noktalama işaretlerinin kullanıldıkları yerleri. Belki sadece karakterlerdi garip olan ama onlar da hayal ürünüydü. İlk defa bilgiç bir ayraçlık yapmak istemiyordum. Düşünmekti tek dileğim hayatıma bir anda giren koca bir ünlem ve soru işaretini!
“Ah, Kamelya!” dedim iç çekerek. “Neden bakmazsın bana?”
Henüz yakalayamamıştı gözlerim gözlerini. Ama sadece kollarıma değen yaprakları bile kalp atışlarımı hızlandırmaya yetiyordu. İlk defa ben de çok susuyordum belki onun suya ihtiyacı olduğunu bildiğimden.
Nereliydi? Hangi mevsimde açmıştı yaprak tomurcuğu? Nasıl gelmişti buraya? Hem dilimizi konuşuyor muydu? Peki ya nasıl anlaşacaktık?
Aklımda cevap bekleyen ve cevap geldikçe artacak olan onlarca soruyla boğuşuyordum. Geldiğinden beri konuşmak için kıvranmam sorularım arasında boğulmaktan kurtulmak içindi. Ancak uykusuzluktan kızarmış gözlerim boşa kürek çekiyordu. Sayfanın üst tarafına bakan başını eğmemekte nasıl da inatçı!
Belliydi çekip gitmek istediği. Ben onu böylesine düşünürken, o benim farkımda bile değildi. Beni sayfanın yerlisi olarak görüyor olmalı. O ise geçerken uğramış sosyetik bir misafir.
Başım ağrıyordu. Bir satır daha okumaya dayanamazdım. O böyle çaresizken ve sevgimi görmemezlikten gelirken hiçbir şey olmamış gibi giremezdim herhangi iki sayfa arasına. Hayatımda bir dönem yer etmiş tüm o paragrafları, noktaları, virgülleri, gizli ya da açık olan tüm özneleri kusmak ve bir daha karşılaşmamak...
Nasıl uyuduğumu hatırlamıyorum.
Ama uyandığımda o gitmişti. Tek bir yaprak bile bırakmadan.
misafir yazar olarak yazılmış bu öykü sanırım. çok sevdim.
Yeni yorum gönder