Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

A'dan Z'ye "Oğuz Atayca"




Toplam oy: 906

13 Aralık 1977'de ayrılmıştı aramızdan Oğuz Atay. Ama geride bıraktığı eserleriyle birlikte hep yanı başımızda. Aralık ayı sona ermeden onu bir kez daha hatırlamak/anmak istedik. İpekli Mendil öykü sözlüğünün yazarlarından İzzetiye Keçeci, Korkuyu Beklerken kitabından mini bir Oğuz Atay sözlüğü hazırladı.

 

AŞURE EFSANESİ: Düşündüm. Avucuma aldığım nohutlara bakarak hayatımı, ne işe yaradığını bilmediğim zavallı yaşantımı düşündüm. Nohut ve makarna gibi, biraraya getirilemeyen parçalardan oluşan günlerime acıdım. Sonra birden aklıma geldi: Aşure! Teyzemin anlattığı dini masallardaki Nuh Peygamber de bitmekte olan erzakla aşure yapmıştı. Ya da onun durumuna uygun bir aşure efsanesi yaratılmıştı ki, benim durumuma da uygundu.; ben de (ucuz olsa bile) bir efsane yaşıyordum. Hemen, büyük bir tencere aradım. (önce nohutu, fasulyeyi ve buğdayı haşlardı annem. Buğday mı? Buğday yoktu; içlerinde en önemli olanı. Acaba ekmekten de buğday yapılamaz mıydı? Saçmalama. Zaten ekmek de yoktu.) Kaynatma sırasında çok tencere kirlettim (babam gibi). Hiç ilgisi olmadığı halde, buğdayın yerini tutar diye makarnayı da kaynattım. Şeker vardı; bu önemliydi. Sonra, hepsini birlikte  tekrar uzun uzun kaynattım. / “Korkuyu Beklerken”


BAŞ KAZICI: Yıkım işi bitmişti. Bir gün baş yıkıcı da gelmedi, onun yerini baş kazıcı aldı. Baş kazıcının da bir kamyonu vardı. Bu işi pek sevmedim. Artık bir arsa haline gelen komşu evin tabanını, dünyanın merkezine doğru kazmaya başladılar. Sağda solda bir iki kırıntı kalmıştı yıkıcılar döneminden. Dünyada hiçbir şeyin tam sona ermediğini anladım o zaman. / “Korkuyu Beklerken”

CAMİ: Dileniyordu. Caminin önündeydi. Büyük bir camiydi bu. Minareleri, kubbeleri, kemerleri ve parmaklıklı pencereleri filan hepsi tamamdı. Özellikle avlusu: dilenenler için en önemli yer. / “Beyaz Mantolu Adam”

ÇARMIH: Sonra, güvercinler için mısır aldı; kollarını iki yana açarak serpti kuşlara. Parkın girişindeki dubarın üstünde outran kasketli bir genç, yanındakine, “Put gibi olmuş, şuna bak,” dedi. “Çarmıh” diye düzeltti öteki. Güldüler. / “Beyaz Mantolu Adam”

DEMİRYOLU HİKAYECİLERİ: Ülkenin büyük şehirlere uzak bir dağ başı kasabasında, bir demiryolu istasyonunda çalışan üç hikayeciydik. İstasyon binasına bitişik yan yana üç kulübemiz vardı. Ben, genç Yahudi, bir de genç kadın. Seyyar hikaye satıcılığı yapıyorduk. / “Demiryolu Hikayecileri – Bir Rüya”

EŞYA: Tabiattan payıma düşen çok az şey kalmıştı. Ömrümü eşya ile geçiriyordum. Eşyayı da sevmiyordum galiba. Daha doğrusu, eşyayı insanlarla bir tutuyordum, ikisiyle de aramda, yalnız benim bildiğim ve başkalarına açıklaması güç meseleler vardı.  / “Korkuyu Beklerken”
 
FRANSA: Balzac ile Stendhal, büyük romancılarıydı Fransa’nın; kırk iki milyon insanın yaşadığı bu ülkenin bunlar romantik yazarlarıydı. Roman da ikiye ayrılır: Romantik, realist. Balzac realistti diyenlere inanmamak gerekir; asıl realist Zola idi. / “Korkuyu Beklerken”

GAZETE, GAZ, GİZLİ MEZHEP: Artık düzenli olmanın yararı yoktu, her işi gelişigüzel yapıyordum: Gaz tenekesini çok kötü bir biçimde açtım, gazın bir kısmı üstüme döküldü. Sonra, gazete kağıtlarının üstünde gittikçe büyüyen lekeler meydana getirerek her yeri ıslattım. (Nedense, kitapların üstüne gaz dökmek içimden gelmedi.) İşte gizli mezhep, gaz ve gazete. Gazetelerdeki gaz, gizli mezhebi bir kibritle tutuşturacak. Gazeteler gizli mezheple tutuşacak, bütün gazeteler gizli mezhebin ateşi ile yanacak, gazlı gizli mezhebin gazeteleri cızzz diye… efendim? / “Korkuyu Beklerken”

HAMAMBÖCEĞİ: Işığın altından kaçmaya çabalayan bir hamamböceği takıldı gözüne, kendine geldi. El feneri ile izledi böceği: Çirkin yaratık, yukarı çıkmaya çalışıyordu ağlara takılarak. Böceğin ayakları, elbiseyi parçalar diye korktu. Yıllar geçmişti, küçük bir dokunuşa dayanamazdı, kim bilir? İşte, boynundan yukarı doğru çıkıyor, yanağında biraz sendeledi: Sakalı biraz uzamış da ondan; zaten her gün tıraş olmayı sevmezdi. Yanaktan yukarı çıkan böcek, şakağa doğru gözden kayboldu. El fenerini oraya tutsam mı? Hayır. Korktu; fakat yarı karanlıkta kurşunun deliini gördü. Titreyerek geri çekildiği sırada, aynı delikten çıktı hamamböceği: Bacaklarının arasında küçük, pürüzlü bir parça taşıyordu. / “Unutulan”

İMAN BUHRANI: Sen de Allaha –bunu hiçbir zaman kabul etmediğin halde– son yıllarında inanmıştın babacığım. Son yıllarında cuma günleri ortadan kaybolup camiye gitmeye başlamıştın. Acaba daha önce, mesela gençliğinde, buna benzer bir ‘iman buhranı’ geçirmiş miydin? Neyse, son yıllarında böyle bir değişikliğe uğradığını da kabul etmedin. Her zaman ‘namazında niyazında’ olduğunu ileri sürerek beni çileden çıkardın. / “Babama Mektup”

KRASİ: Ben oldukça hor görülmekle birlikte, bir vatandaşım. Vatandaşın hakları şunlardır: Bir: İstediği gibi gezer, yani seyahat hürriyeti vardır. Ben, bugüne kadar bir yere gidemedim, pek fırsat olmadı, para kazanmakla uğraşıyordum, fakat borçlardan bir türlü kurtulamadım. Seçmek de hürriyettir, insan istediğini seçer; fakat o seçtiği kimse, seçimi kazanamayabilir, çünkü demokrasi vardır. Az kaldı unutuyordum; Demokrasi, plutokrasi, aristokrasi (başka bir krasi var mıydı?) / “Korkuyu Beklerken”

LEKE: Telaşla mutfağa gittim. Yere bir tava filan da koymayı akıl etmeye fırsat bulamadan bir kibrit çakıp yaktım hepsini. (Kağıtları demek istiyorum.) Alev sadece bir kere söndü. (Hemen yaktım gene.) Fakat taşlar karardı; küller, yanık parçalar her yana dağıldı. Deli gibi süpürdüm yerleri. Küller, kararmış kağıtlar süpürgenin tellerine yapıştı; süpürgeyi yıkarken de lavabonun deliği tıkandı. Bütünüyle bozguna uğramış durumdaydım. Sonra yerleri sildim bir süre, sabunlu bezlerle. Gene de bir leke, çok hafif de olsa bir dalga, bir gölge kaldı taşların üstünde. O kadar uğraştım çıkaramadım. / “Korkuyu Beklerken”

MANTO: Güneş ve binaların üst katları kayboldu; sıcak azaldı ve sokakların üzerinde yürüyecek yer kalmadı. Nereye asıldıkları belli olmayan elbiselerin ve kumaşların arasına sıkıştı; durmak zorunda kaldı. Rüzgarın ya da gelip geçenlerin salladığı beyaz bir manto süründü yüzüne. Uzun ve aydınlık bir manto. Kloş etekli, kocaman düğmeli bir hayalet; geniş yakalı, serin. / “Beyaz Mantolu Adam”

OKUYUCUM: Bu hikayemi, ekspres ya da posta treni artık –belki de sadece belirli bir süre için– geçmediği halde, bir yolunu bularak okuyucularıma –artık müşterim kalmadı– iletebilsem bile, nerede bulunduğumu nasıl anlatacağım? Bu sorun da beni düşündürüyor. Ama gene de ona yazmak, hep onun için yazmak, ona durmadan anlatmak, nerede olduğumu bildirmek istiyorum. Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba? / “Demiryolu Hikayecileri – Bir Rüya”

ÖLÜ DİLLER-ÖĞRETİM ÜYESİ: Bak bunu unutmuştum, diye mırıldandım. (Yalnız olunca insan daha rahat davranır: mırıldanır.) Klasik, yani ölü dillerle uğraşan bir öğretim üyesiydi arkadaşım. Öğretim üyesi. İnsanın kartvizitine yazabileceği bir altlık, adını alttan besleyen bir destek. Bana da bir zamanlar, gel şu üniversiteye gir demişti; asistan olursun. Hayır, ben zengin olacaktım; kendi başıma yaratamadığım heyecan havasını, parayla satın alacaktım. Şimdi onun arabası var, katı var; bir insanın daha başka neyi olabilir? Ben otobüse biniyorum; yüksek düşüncelerimi anlayamayacak kimselerle birlikte yolculuk ediyorum, yüzlerine bakıyorum: Hayır, anlamıyorlar. Üniversitedeki arkadaşım çok yorulunca, atlıyor arabasına; istediği yerde başını dinliyor. Ben sadece bir kere, otobüsle yapılan toplu bir gezintiye katıldım: Rezalet! Onun ayrıca tezleri var, yazıları ve kimsenin bilmediği ölü dilleri var; istesem de ona yetişemem. / “Korkuyu Beklerken”

PARÇA PARÇA: Dört gündür çalışıyorlar. Ne de olsa insan, hareket ediyor: Onları seyrediyorum. Yandaki evi parça parça ediyorlar. Kasap gibi: Etleri (cam, kapı, kiremit gibi işe yarayan parçalar) bir kenara güzelce ayırıyorlar; kemikleri (tuğla, sıva harç gibi) kamyona doldurup ileride bir yere döküyorlar. Bu benzetmeyi baş yıkıcıya söyledim (kendisi bulunmadığı zaman yerine yardımcı yıkıcı bakıyordu); güldü, “Nereden akıl ettin bey?” dedi. (Tabii, ben aydın bir kişiyim; böyle küçük buluşlarla ayakta duruyorum.) / “Korkuyu Beklerken”

REKLAMCI: Sigorta memurluğu, havagazı tahsildarlığı, ilaç satıcılığı ve reklamcılık gibi sıkıcı mesleklerim oldu. En çok reklamcılık yakın geldi bana. Okuma ve yazmaya düşkün olduğum için reklamları severek -bir bakıma- yazıyordum. Bununla birlikte hazırladığım reklamların çok beğenildiğini söyleyemem.  Belki de şirkette sessiz ve çekingen davranışlarım yüzünden pek tutunamadım. Galiba fazla sıfat kullanıyordum ve cümlelerim de bir türlü bitmek bilmiyordu. / “Ne Evet Ne Hayır”

SÖZ: Söz veriyorum: Bana eski durumum bağışlanırsa, evi saksılarla dolduracağım ve böceklerin evi istila etmesi pahasına, yerlerin ıslanması pahasına onlara bakacağım. Tabiatı seveceğim, insanları seveceğim, yurduma yararlı olmaya çalışacağım, Hiçbir düzene karşı çıkmayacağım. Herkese güleryüz göstereceğim, evleneceğim, çocuk yetiştireceğim, onların altını değiştireceğim, gece uyutmak için masal anlatacağım, dedikoduları dinleyeceğim, ilgi göstereceğim, ilgi! / “Korkuyu Beklerken”

ŞEHİR: Dört taş bir şehir, yirmi iki kupon bedava bir apartman katı oluyor. İşte yer levhaları, işte Yunanca, Latince ve bizim dilce. Burası agora: iki sütun dört başlık, burası da imperator sarayı: Yalnız kapı kemeri görülüyor. İşte burası stadyum, burası akropol, bunlar kilit taşları, bunlar kertenkeleler. Burası gimnazyum, burası alafranga hela, arkada da iki yatak odası var. / “Tahta At”

TEHDİT MEKTUPLARI: Odama kapanıp günlerce, onlara uygun bir kötülük düşündüm. Sonra da aklıma gelmesi gereken ilk kötülüğü yaptım. Onlara tehdit mektupları yazmaya başladım; Ubor Metenga tehdit mektupları. Evde sabahlara kadar oturup bir şeyler karaladığımı gören teyzem çok üzülüyordu.Benden korktuğu için sadece kahve pişirmekle yetiniyordu. Onlara çok ağır sözler yazmalıydım, onlara dünyanın kaç bucak olduğunu göstermeliydim. / “Korkuyu Beklerken”

UBOR METENGA: Yazıya baktım: Anladığım bir dilden değildi. Bunu pek beğenmedim. Sanki hiçbir dilden değil diye mırıldandım, ne söylediğime aldırmadan. Belki yakınımda outran bir yabancıya gönderilmişti. Garip kelimeler, diye düşündüm galiba. Evet, ilk görüşümde de garip bulmuştum bu mektubu:

morde ratesden,
esur tinda serg! teslarom portog tis ugor anleter, ferto tagan ugotahenc metoy-doscent zist. norgunk!
ubor-metenga / “Korkuyu Beklerken”

ÜMİTSİZLİK: Dünya, benim gibi insanlarla dolu mahallelerden meydana gelsydi, bir beton çölüne dönerdi. İnsanlığın ve insansızlığın yüz karasıydım. Kendime acımak istedim. Mutlak bir ümitsizliğe düşmek istedim. Belki tam düştükten sonra çıkmak kolay olurdum. Fakat, bütün bu düşündüklerimin, kelimelerden ibaret olduğunu biliyordum. Pencereye yaklaştım, başımı yukarı kaldırarak gökyüzüne baktım. Ay oradaydı. Bildiğim ay. Hayır, ben adam olamazdım. Gerçek bir acı duyduğumdan bile kuşkum vardı. / “Korkuyu Beklerken”

VİCDAN AZABI: Onlara bir kötülük yapamayınca kendime yapmak istedim. (Her zaman olduğu gibi.) Onlara vizdan azabı verecek bir kötülük, geriye dönülmesi mümkün olmayan bir kötülük yapmak istedim kendime. / “Korkuyu Beklerken”

YALNIZLIK: Ben, yalnızlığı istemekle suçlanıp, yalnızlığa mahkum edildim. Bu karara bütün gücümle muhalefet ediyorum. Ben yalnızlığa dayanamıyorum, ben insanları arasında olmak istiyorum. İnsanların düşmanlara da ihtiyacı vardır. (Dostların değerini bilmek için.) İşte tek başına yıkılmış durumdayım: Ne yemek pişirmesini, ne o de okumasını becerebildim; ne İngilizce’yi, ne de tabiatı sevmesini öğrenebildim. / “Korkuyu Beklerken”

ZÜPPE: Şimdi artık öldün babacığım. Sınırlarını kesin olarak belirlediğin bir dünyada, bana sorarsan, belirsiz bir biçimde yaşadın ve öldün. Seni artık değiştirmek mümkün değil babacığım, bu nedenle kendimi de değiştirmenin mümkün olacağını sanmıyorum. Sabit nazarlarla boşluğa baktığım zamanların çoğunda temeldeki benzerliğimizi gizlemek için ümitsiz süslemelerle kendimi yoruyormuşum gibi geliyor bana. Senin anlayacağın babacığım, züppe olarak nitelediğin insanların, iç sahteliklerini örtmek amacıyla giriştikleri kibarlık çabaları içindeyim sanki. Senin gibi tutarlı olmadığım için çoğu zaman kuşkulara kapılıyorum ve ütüsüz pantolonlarla lekeli gömleklere kısa bir süre için son veriyorum. / “Babama Mektup”

 

(Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken, İletişim Yayınları)

 

 


 

 

* Görsel: Ethem Onur Bilgiç

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.