Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Baba ve çocukları



Toplam oy: 1262
Mort Castle, Sam Weller
İthaki Yayınları
Gölge Oyunu gerçekten de Ray Bradbury külliyatının enginliğine, menziline ve mucizevi niteliğine tutulan bir ışık. Weller ile Castle’a ve yirmi altı yazarlara selam olsun!

Kendini Poe’nun oğlu sayan Ray Bradbury, onun onuruna hazırlanan Gölge Oyunu'na yazdığı önsözde, “Bay Edgar Allan Poe’nun oğlu nasıl oldu da bu kadar çok kişinin babası haline geldi?” diye soruyor. Bunu anlamak için, hikayeleriyle kitabı oluşturmuş yazarların her birinin yazdığı açıklamalara bir göz atması yeter. Bütün bu yazarlar o hikayelerin sonundaki kısalı uzunlu açıklamalarıyla bize Ray Bradbury’nin onları nasıl, neden etkilediğini anlatıyorlar. Doğrusu, yaşayan başka herhangi bir yazarın meslektaşları üzerinde bunca derin izler bırakmış olabileceğini sanmıyorum.



Gölge Oyunu: Ray Bradbury Anısına Yepyeni Öyküler, Sam Weller ve Mort Castle’ın derlediği bir saygı sunma kitabı. En başta kitaplarını, “Ray’e, bu gece yarısı töreninin Büyük Mareşaline, sevgilerimizle,” diye ithaf etmişler. Kitap hazırlandığında üstat henüz sağ imiş, bu sayede de kitaba “İkinci Eve Dönüş” başlıklı bir önsöz yazmış. Aklımıza hemen ilk ve hakiki Eve Dönüş geliyor, elbette. Bir insan çocuğu bağrına basmış cana yakın canavar ailesinin Cadılar Bayramı’nda evlerinde toplanmasını unutmak mümkün mü? İnsan çocuk Timothy’nin doğaüstü güçleri olmadığı için kendini dışarıda kalmış hissetmesi, çok içime dokunmuştu. Oysa üstat burada, baba olarak çocuklarını açık kanatlarıyla kucakladığını söylüyor. “Tüm ailem sevgi dolu bir kutlama için eve döndü ve beni bundan daha fazla mutlu edecek bir şey yok.” Ne mutlu o yazarlara ki, ondan esinlenmiş, hatta bazen onun bir hikayesinin izinden giden hikayeleriyle Bradbury’yi böylesine mutlu etmeyi başarmışlar. 

Görsel çalışma: Güneş Engin

 

 

Her şeyden önce bir “anlatıcı”


Ray Bradbury uzun süren zengin meslek hayatı boyunca daima kendi yolundan gitmiştir. Sadece yazdıklarıyla değil, onlardan çeşitli mecralara uyarlananlarla da tutkun hayranlar edinmiş, okurlarıyla dostane ilişkiler kurmuştur. Seçkideki hikayelerin arkasına her yazarın eklediği uzunlu-kısalı bölümlerde bunun örnekleri var. Zaten Weller ve Castle da girişlerine, onun yazdıklarının hem Weird Tales’de hem de The New Yorker’da yayımlandığından söz ederek başlamışlar ve “Kaç yazar birbirinden böylesine farklı iki edebi kulvarda kendine yer bulabilir?” diye sormuşlar. Bradbury ise kendisini, her şeyden önce bir “anlatıcı” olarak görürdü. Genç yaştan beri onu okuyanların zihninde, o eşsiz kütüphanede, mutlaka pek çok Bradbury ânı, mekanı, karakteri, tasviri yer almıştır. Bu dünyayı terk ettiğinde Başkan Obama bile onun eserlerinden görüntülerin nasıl çocukluğumuzdan beri zihnimize kazındığından söz etmişti.


Gölge Oyunu'ndaki yazar listesine bakıp da etkilenmemek mümkün değil. Neil Gaiman, Margaret Atwood ve Harlan Ellison gibi adlardan söz ediyoruz. Yazarların büyük kısmı, Ray’in yazarlığına, onlara verdikleri esine, ya da belli bir hikayesine değindikleri notlarında Bradbury ile bir kütüphanede, sınıfta, kitapçıda, herhangi bir yerde, ergenlikte ya da yeniyetmelik öncesinde nasıl tanıştıklarını anlatıyorlar. Kelly Link mesela, okul kütüphanesinde bulmuş onu; Dave Eggers sınıfta; kimisi de kitapçıda. Ramsey Campbell sekiz yaşındaymış; Joe Meno on bir-on iki; Dan Chaon on ya da on bir, Margaret Atwood da bir yeniyetmeymiş. O yaşta Bradbury gibi bir yazarla tanışan bir çocuğun sonradan onu unutması mümkün mü? Gerçi bazıları onunla yetişkin bir okurken tanıştığını söylüyor ama, belli ki ortalama Bradbury tanıma yaşı sekiz ile on beş arasındaymış.



Bradbury’nin neredeyse yaşıtı sayılabilecek Harlan Ellison (on dört yaş küçük), seçkide onun eski dönemini hatırlatan hikayelerden birinin de sahibi. Eski dost  Ellison’ın kitabın sonundaki hikayesi “Yorgunluk” kadar, onun ardına eklediği beş sayfalık notları da heyecan verici. İkisinin edebi ya da üslupsal anlamda kardeş olma ihtimalleri zayıf ama elbette genç yazarlık dönemlerinde benzer kaynaklardan besleniyorlardı. “Fantastik edebiyatının kraliçesi” Leigh Brackett ve “uzay operasının gerçek yaratıcısı” Edmond Hamilton ile Los Angeles’ta yemektelerken, onlar tuvalete gidince Ray’in masanın üstünden eğilip söylediklerini naklediyor bize Ellison. Brackett ve Hamilton’ı kastederek, “Annemiz ve babamız. Bizi onlar yetiştirdi,” demiş. Ellison da çok yazan, çok ödüllü bir ustadır. Bu hikayenin belki de yayımlanmış son çalışması olacağından söz ettiğini görmek bizi endişelendirdi doğrusu.



Thomas F. Monteleone, “Takas”ta her haliyle H.P. Lovecraft’ı andıran bir yazar ile saftirik bir yeniyetmenin karşılaşmasını anlatıyor. Fantazya aleminde bir gezinti, genç Ray refakatinde... Monteleone, hiç gerçekleşmemiş bir karşılaşmayı gerçekleşmiş olarak kabul ettiğini söylemiş. Kelly Link, tuhaf ve kendine özgü hikayeleriyle Bradbury etkisini inkar etmeyen, üstada layık bir yazar. Alice Hoffman ise “Büyülü Çağrı”ya tıpkı bir Bradbury hikayesi gibi başlıyor, hatta adlı adınca yazarın Uğursuz Bir Şey Geliyor Bu Yana'sından söz ediyor. Sonra da anlatıyı tamamen kendi bölgesine çekiyor. Çok sevdiğim bir başka hikaye, Dan Chaon’un “Küçük Amerika”sı, Peter’ın şahsında bize yabancı bir dünyadaki yabancı bir çocuğun korkusunu, sorunlarını nakletmiş. Joe Meno, bir başka gezegende Lana ve Quinn’in mutlu biten Adem-Havva macerasını anlatıyor. “Tıpatıp”ın yazarı Jacquelyn Mitchard, bir başka iyi hikayenin ve çok dokunaklı bir üstatla tanışma notunun sahibi.



Aslında aradan seçmek haksızlık. Neil Gaiman ile başlayıp Harlan Ellison’la biten çok başarılı bir Bradbury kitabından söz ediyoruz. Pirimiz üstadımız Stan Lee bile, “Ray Bradbury şüphesiz bu yüzyılın ya da herhangi bir yüzyılın en büyük ve hayal gücü en kuvvetli yazarlarından biridir,” demiş. “Hakikaten harika hikayelerden oluşan ‘Gölge Oyunu’ da, Amerika’nın usta hikayecisi için kusursuz bir takdir sunumu.” Gölge Oyunu gerçekten de Ray Bradbury külliyatının enginliğine, menziline ve mucizevi niteliğine tutulan bir ışık. Weller ile Castle’a ve yirmi altı yazara selam olsun! Bir selam da İthaki’ye...

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.