Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

"Gorgostik" bir atmosferde yaşamak



Toplam oy: 905
Leyla Erbil
İş Bankası Kültür Yayınları
Cumhuriyet tarihi olarak da okunabilir, bu kitabın tarih derslerinde yardımcı okuma kitabı olabildiği bir ülke gorgoları alt etmiş bir ülke olacaktır muhtemelen.

Şiirin ekonomisi, romanın sonsuz gevezeliğe olanak tanıyan yapısal potansiyeli; bu ikisinin arasında, belki de iyisi en nadir olan öykünün kısa hacimdeki büyülü kudreti... Edebi metinler üzerinde düşünürken soyutlamanın gücünü de unutmamak gerekir, özellikle de modern edebiyatta. Hedefin etrafında biteviye dönüp dolaşan, lüzumsuz gevezeliğinden okuru bunalıma sürükleyen metinler vardır (amacı özellikle gevezelik üretmek olanları hariç tutalım), bir de tam hedefe nişan alıp tek atışta 12'den vuran. Kısa, yoğun ve karmaşık romancıklar, novellalar. Tıpkı yaşam gibi. Bunun adı ustalık oluyor. Anlatılmak istenene uygun biçimin, roman türünün seçimi de başlı başına bir yaratıcılık konusudur. Klasik bir dönem romanı için novellanın doğru bir seçim olmayacağı aşikardır.

 

 

 

Üretilen metnin, gerçeklik karşısında, gündelik yaşamın, politikanın, aşkın, insan ilişkilerinin ağırlıklı biçimi olan sıradanlığın ve hatta banalliğin güdümüne girmeden, belki de Stendhal'in söylediğinin yalın anlamının tersine yol boyunca tutulan bir ayna olmadan, yazarın açık ve örtük bilincinde dönüşüp, eşsiz ve daha önce varolmayan bir içeriğe ve biçime kavuşmasını bekleriz. Benim her gün yaşadıklarımı, algıladıklarımı, zaten yaşadığım ve algıladığım biçim ve içerikle bire bir aynı olarak senden okumaya ihtiyacım olabilir mi?

 

 

 

     (Görsel çalışma: Güneş Engin)

 

 

 

 

 

Bir olanda, teklikte çoğulu anlatabilmek, çok olanları (çokluğu değil) soyutlayıp tek bir zengin gösterene dönüştürebilmek ya da çıplak, biçimsel haliyle en anti-edebi gerçekliklerden olan politikayı o çıplaklığı ile edebiyatın içinde yaşatabilmek gerçek yaratıcılığın sınavıdır.

 

 

 

Leylâ Erbil'in Komet'in resimleri ile eşleşen novellası Tuhaf Bir Erkek henüz peşimi bırakmadan, hesaplaşmamı bitirmeden yazmak zorunda kalıyorum; hesaplaşmanın bitmeyeceği de kesin. Edebiyatımızın devrimci ustası Erbil, öznel bir anlatı ile bu tuhaf ülkeyi (tuhaf olmayanı var mıdır?) ve erkeklerini soyutluyor sanatın eşsiz yöntemi ile. Gorgo'ların nasıl da yaşadığımız her ana sindiğini, bir kabusa çevirdiğini, yaşamımızın onu elimizden almak, şekillendirmek, bize boyun eğdirmek, diz çöktürmek isteyen gorgo'larla bitmek bilmez bir mücadele olduğunu, o mücadeleyi kaybettiğimizi, yenildiğimizi anımsatıyor:

 

 

 

“tuhaf bir erkek eşimdi
hakikati bulup
hakikatteki gerçekliği de bulup
gorgo'yu öldürmek
benimle mutlu bir hayat sürmekti
nedeni
evlendikten birkaç ay sonra
her şeyi unuttu
hakikatle gerçekliği, sahihle doğruyu,,, hakikatle yalanı,,, gorgo'yu öldürmeyi falan,,,”

 

 

 

 

Gorgo bataklığında kadının sevgilisi org'cudur, “körüklü, irili ufaklı borulardan geçen havayla değişik ses tonları veren klavyeli çalgı?” nedir sorusu çıkar bir gün bulmacada, yanıtını bilemez.

 

 

Gorgo'lar ödürülebilir mi? Gorgo'suz bir dünya mümkün mü? Gorgo'suz bir dünyanın kadınları ve erkekleri nasıl olur? Gorgo içimizden çıkıyorsa, ki öyle... Kaldı ki “annem gorgo'ya dikkat edin, her yerde olabilir derdi.”  Taksim'e dikilen AVM'nin kulesinden ölümsüzlüğünü ilan eder gorgo! Romanımızın kahramanı kadın bu “saçma hayatı” kendine acındırmak için anlatmaz bize: “varlığını bizimkine yakınlaştırmak, canciğer olmak, tuhaf bir erkek nasıldır, bilelim,” ister.

 

 

 

 

 

 

 

Hurşit, Bünyamin, Harun, Zeyyat, Bünmayin, Kürşit, Zurşit, “sabah oldu mu uçları yukarı kalkık o kahverengi deri pabuçlar ayakta,,,” Tuhaf erkeğin çokluğu ve birliği. Adının bir önemi var mı? Belki pabuçları daha önemlidir adlarından.

 

 

 

Erbil'in bu kısa ama çok yoğun novellası “gorgostik” bir atmosferde yaşamayı anlatıyor. Cumhuriyet tarihi olarak da okunabilir; bu kitabın tarih derslerinde yardımcı okuma kitabı olabildiği bir ülke gorgo'ları alt etmiş bir ülke olacaktır muhtemelen.

 

 

 

Uyarıyorum: Tuhaf Bir Erkek her okurun bünyesine uygun bir kitap değil. Büyüklere masallar tarzı romanlarla, dişsiz bebeklere gorgo'cu annelerin ağızlarında çiğneyerek verdiği köftelerle orgazm oluyorsanız, sakın bu kitaba yaklaşmayınız. Hayat sizi uçlara savurmuş, veya mesela üst düzey AVM alerjisi teşhisi konmuş ise, metinlerin sinir uçlarının açıkta olduğunu, sizin okumanızla bir bağlantı kurulabileceğini, sizi anlamın tamamlanamayacak yolculuğuna çıkaracak bir tetikleyici olduğunu düşünüyorsanız, o zaman kolay gelsin. Komet'in kitaptaki resimlerinden oluşan bir sergi açılırsa bir gün, oturup tabloların karşısında yeniden okumak gerekecektir bu metni. Müthiş bir birliktelik olmuş.

 

 

 

 

“olsa olsa tarihöncesi cinsel hayattan bu yana biriken tüm çelişkilerin modern insana yığılması olabilirdi bu durum diyordum içimden,,, mıknatıs gibi çekmişti bütün divaneliklerini tarihin üstüne,,, bir gün kapının dibine oturup yavaş yavaş kendini erittiğini ve orada sadece saçsız yabancı bir erkek başı kaldığını gördüm,,, bünyamin bu kafa senin mi, gövdeni ne yaptın? dedim,,, o kafa da yok oldu.”

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.