Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Gotik bir trajedi



Toplam oy: 1744
Karen Russell
Siren Yayınları
Timsah Park, özellikle Tim Burton'vari manzaralarıyla gotik yazını seven okuyucunun ilgisini çekecek, keyifle okunacak bir roman.

Timsah Park, 1981 doğumlu Karen Russell’ın dilimize kazandırılan ilk eseri; bu yüzden öncelikle Russell’dan kısaca bahsetmekte yarar var. 2003’te Northwestern Üniversitesi’nin İspanyolca bölümünden mezun olan Russell, 2006’da da ABD’nin saygın üniversitelerinden Columbia’dan MFA diploması almış. Çalışmaları Conjunctions, The Best American Short Stories, Granta, Oxford American ve Zoetrope gibi yayınlarda yayımlanmış. Aynı zamanda The New Yorker’ın, on yılda bir, takip edilmesini önerdiği “40 Yaş Altı 20 Yazar” listesine alınmakla birlikte, Ulusal Kitap Vakfı’nın 2009’da duyurduğu, gelecek vaat eden beş yazardan biri olmuş. Edebi çevrelerde adını 2006’da yayımlanan St. Lucy’s Home for Girls Raised by Wolves adlı öykü kitabıyla duyuran Russell’ın 2012 tarihli ilk romanı Timsah Park, Young Lions Roman Ödüllü bir roman; aynı zamanda Orange Ödülü ve Pulitzer’e de aday gösterilmiş...

 

Timsah Park, bataklıktan bir adada yaşayan ve hayatını timsah gösterileriyle kazanan Bigtree ailesinin şiddetli sorunlarla karşı karşıya kaldığı bir trajedi perdesiyle açılıyor. Ailenin dedesi Sawtooth Bigtree bunama sebebiyle kısa zaman önce bir bakımevine kapatılmış, oğlunun karısı Hilola ise kanserle mücadelesini kaybederek ardında kocasını ve üç küçük çocuğunu -Ava, Osceola ve Kivi’yi- bırakmıştır. Aile manevi sorunların baskısı altında inlerken şimdi bir de maddi sorunların indirdiği kılıç darbeleri nedeniyle giderek kalkanları ezilmeye başlamıştır. Zira Florida anakarasında açılan Alacakaranlık Dünyası isimli yeni gösteri parkı müşterileri tekeline almış, Bigtree ailesinin geleneksel küçük işletmesine iflasın pençesini göstermiş, ailenin babası Timsah Park’ı tekrar diriltmek için muğlak planlarla adadan ayrılırken, büyük kardeş Kivi ise ailesine yardımcı olmak için Alacakaranlık Dünyası’nda işe başlamıştır.

 

Güney gotiği

 

Timsah Park’ın bir “Bildungsroman,” yani protagonistlerin çocukluklarından yetişkinliğe evrilirken geçtikleri psikolojik ve moral süreçleri ele alan janra ait olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle de hayaletlerle, karanlık-nemli bir bataklık atmosferiyle ve zaman zaman komedi öğeleriyle harmanlanmış yapısından yola çıkınca eserin türüne “Gotik bir Bildungsroman” demek yerinde olacaktır. Zaten Russell’ın Lea Winerman’a verdiği bir röportajda, “güney gotiği” akımına ilgi duyduğunu okuyunca, George Saunders ve Stephen King gibi isimlerin Russell’ın yazınındaki etkilerini rahatça görmek mümkün.

 

Karakterlere göz atacak olursak; hikayenin yarısını, “cesur, nahif ve zeki” olarak tanımlayabileceğimiz on üç yaşındaki en küçük kız kardeş Ava anlatıyor. Ailesinin belini doğrultmak için bir timsah güreşi müsabakası kazanmak niyetinde olan Ava bunun için Smithsonian Enstitüsü’ne, Florida Vahşi Yaşam ve Oyun Komisyonu’na ve üniversitelere mektuplar yazıyor. Fakat Ava’nın asıl problemi kısa süre içinde ortanca kız kardeş Osceola olacaktır. Zira annelerinin ölümünün ruhlarında yarattığı çatlak ve o çatlakların içinden sızan maddi problemler, ortanca kız kardeş Osceola’yı depresyona ve spiritüalizme sürükler. “Ossie” hayaletlere ve okülte saplantılı hale gelir, küçük kardeşi Ava’yı da yanına alarak kanserin kendilerinden çaldığı anneleriyle iletişime geçebilmek için bataklık adanın derinliklerinde ruh çağırma seansları düzenlemeye başlar. Bu çabalar da başarısız olunca, Ossie, zihninde kurguladığı ölü erkek arkadaşlarla psikotik ilişkiler yaşamaya başlar. Ava ile Ossie’nin batmakta olan bir dünyada verdikleri hayatta kalma çabasının yanı sıra, Ava’nın gerçeklikle temasını kaybetmekte olan Ossie’yi kurtarmak için atıldığı On Bin Ada’daki maceralar da -Huckleberry Finn’in Mississippi’sinden Odysseus’un Styx nehrine kadar- pek çok klasik yapıta sırıtmayan, uygun ve sade göndermeler yapıyor.

 

 

 

Ava’nın anlatımından ailenin en büyük çocuğu erkek kardeş Kivi’ye geçtiğimiz zaman, ilk gözümüze çarpan, birinci şahıs anlatımdan üçüncü şahısa geçiş oluyor. Ava’nın gözünden seyrettiğimiz dünya, romanın fantastik-gotik çerçevesini oluştururken; Kivi’nin perspektifi ise, gerçekçi akımdan bir Bildungsroman oluşturuyor. Zira Kivi, karşımıza manevi yönü kuvvetli, on altı yaşında saf bir genç adam olarak çıkıyor. Ailesine yardımcı olmak için Alacakaranlık Dünyası’nda asgari ücretle çalışmaya başlayan genç, serserilerle dolu bu ortamda hayatta kalma çabası veriyor. Kivi, dış dünyayla temasına kadar kendini kitaplara boğup teorilerle izole etmiş bir genç adam olarak Florida’daki gençlerin ve yaşamın pratiğiyle temas etme buhranı yaşayan bir portre çiziyor.

 

Kimi aksaklıklara rağmen, iyi bir çıkış romanı

 

Russell’ın betimlemeleri etkileyici, evet. Şehir, deniz, bataklık, Florida’daki vahşi yaşam atmosferi... Bunların hepsi berraklıkla tasvir edilmiş. Lakin söz konusu mekanlara dair tekrarlar, bir süre sonra sıkıcı ve yorucu hale geliyor; akışta problem yaratıyor. Bir başka sorun ise, zaman-mekan örgüsünde... Örneğin birkaç sayfa önce bulutsuz bir gökyüzü anlatılırken, birkaç sayfa sonra yağmur başlayabiliyor.

 

Timsah Park, kısaca sözünü ettiğimiz kimi aksaklıklara rağmen, iyi bir çıkış romanı. Özellikle de Tim Burton’vari manzaralarıyla gotik yazını seven okuyucunun ilgisini çekecek, keyifle okunacak bir roman.

 

 

 


 

 

 

* Görsel: Ahmet İltaş

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.