Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Hititlerin güneş kursu parlıyor...



Toplam oy: 1602

Yok olan bir geçmişi bulup, araştırmak ve geçmişten ders almak hiç de kolay olmasa... Kalıntıları bulabilmek biraz daha kolay olsa da orada insanlar nasıl yaşar, ne yer, ne içerler en önemlisi iletişimleri nasıldı bunu anlamak daha zor olsa gerek. İşte bu kaybolmuş geçmişi tam hatları ile gün ışığına çıkarırken de yapılan çalışmaların zorluğu da ayrı bir konu oluyor.

 

 

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık böyle bir çalışmayı kitaplaştırdı. Kasım ayı sonuna kadar da Yapı Kredi Kültür Merkezi, Beyoğlu’nda izleyebileceğimiz, fotoğraflardan, haritalardan oluşan belgesel niteliği ön plana çıkan şahane bir sergi ve aynı zamanda da kitabını hazırladı.

 

 

 

Celal Bayar, 1952

 

 

Alman Arkeoloji Enstitüsü'nden eski Boğazköy Kazı Başkanı Jurgen Seeher ile Ayşe Baykal Seeher ve Hattuşa’nın şimdiki Kazı Başkanı Andreas Schacher fotoğraf sergisinin bilimsel ve görsel danışmaları bu belgesel çalışmaya başlama nedenlerini, kitabın önsüzünde: ‘Anadolu’daki en eski kazılardan olan biri olan Hattuşa kazılarının tarihçesini canlandırmak fikri bize çok çekici geldi. Hattuşa’da her şey nasıl başladı? İlk yılların araştırmacıları, emek verenleri kimlerdi? Proje onlarca yıl boyunca nasıl bir gelişim geçirdi?’diye ifade etmişler.

 

 

 

Osman Hamdi Bey

 

 

 

Bence çok güzel bir yaklaşım. Böylece, sergideki fotoğraflarda köyün ve kazı ekibinin ilişkilerini izleyebiliyor, hikayelerin anlatıldığı panolarda ise kazı çalışmalarının hikayelerini kolaylıkla okuyabiliyoruz. Böylece sosyolojik açıdan da bir köyün 1906–2012 yılları arasındaki bilimsel bir ekiple kurdukları iletişimi de izleme olanağı buluyoruz.

 

 

Onlarca yıl süren Hattuşa kazı çalışmalarında 1934’te çekilmiş bütün kazı ekibinin topraktan yapılmış kazı evinin damında ayakta çekilen fotoğraf var ki, beni Newyork’a götürdü. 20. yüzyılın en bilinen fotoğraflarından biri olan 1932’de NewYork’taki Rockkefeller Merkezi gökdeleninin inşasında işçilerin öğle yemeği yediği anın fotoğrafı. Kazı çalışmalarında çekilen fotoğrafla hemen hemen aynı tarihlerde çekilmiş olması beni zaman tünelinde kıtalararası yolculuğa çıkardı bir anda. Fakat o fotoğraf için bir iddia ortaya atıldı geçenlerde. Konu; ‘Lunch a top a Skyscraper’ (Gökdelenin üstünde öğle yemeği) isimli bu fotoğrafın işçilerden habersiz çekilmediği, şirketin işçilere reklam amacıyla poz verdirdiği idi. Fotoğrafı çekenin, Charles Ebbets olduğu düşünülse de, o sıralarda inşaat sürecini takip etmek için haber ajanslarından birçok fotoğrafçının gönderildiği ortaya çıktı. Bu fotoğrafın bütün haklarına sahip Corbis İmaj’dan tarihçi Ken Johnston, "Bu fotoğraf, Rockefeller tarafından reklam amaçlı çekilmişti. İşçiler gerçekti ancak o pozu vermeleri söylenmiş ve onlarca fotoğrafçı çağrılmıştı" dedi. Topraktan tek katlı bir yapı ve emeği geçenler, bir gökdelen ve emeği geçenler… Fotoğrafı kim çektiği ise gözüne sağlık. İki fotoğrafa baktığımda kıtalararası yolculuğum devam ederken, ilk aklıma gelen ıssız ücra bir köyde şehirden gelmiş arkeologlar ve belki de bu ıssız köylerden o gökdelenlerin inşası için orada bulunan işçiler oldu.

 

 

 

 

 

Şimdi, Murtaza Dayanç’ın dediği gibi; "İki asra yaklaşan bir serüven… Tarihin doğduğu topraklarda güneş kursunun izinde… Dört bin yıl öncesine uzanan insanlık hafızası ve daha fazlası… Zamanın süper gücü, barışın ve hoşgörünün sembolü Hititler’n başkenti… İhtişamıyla akılları zorlayan ve bir o kadar da boynu bükük, sıra sıra kerpiç surlarla çevrili Hattuşa..."nın gün ışığına çıkarılmasının başlangıcında emeği geçenlerin fotoğrafları köylülerle işbirliği bir kitapta toplandı. Emeğe saygı ve gelecek kuşaklara ışık tutmaya devam etmek için.

 

 

Çalışmalarda, bilinen bilinmeyen emekçiler olsa da işbirliğinin ve sabrın önemine ışık tutan Hattuşa’da 106 Yıl bütün dünyadaki Alman Arkeoloji Enstitüsü ve üniversite arşivlerinden toplanan 1500 adet fotoğraf ve filmin içinden seçilmiş 300 kadar orijinal fotoğraftan oluşan bu çalışmanın ürünü, baş ucu kitabımız oldu bile…

 

 

 

 

 

Sergi: Hattuşa’da 106 Yıl Sergisi

Tarih: 12 Ekim – 30 Kasım 2012

Yer: Yapı Kredi Kültür Merkezi, Beyoğlu

Sergi ziyaret saatleri:
Hafta içi: 10.00 – 19.00

C.tesi: 10.00 – 18.00 – Pazar: 12.00 – 18.00

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.