Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Kehanetler gerçekleşirken



Toplam oy: 1416
Yevgeni İvanoviç Zamyatin
İthaki Yayınları
Etrafı duvarlarla çevrili kentlerde yaşayan, duvarların arkasında ne olduğunu bilmeyen, merak dahi etmeyen, bütün zamanları devlet tarafından programlanmış bir toplum tablosu çizmiş Zamyatin.

Yevgeni Zamyatin’in 1921 yılında yazdığı Biz romanı Türkçeye 90’lardan sonra -birkaç kez- çevrilmiş, bilimkurgu edebiyatına ya da distopyalara ilgi duyan çevrelerde çokça tartışılmıştı. Kısacası Biz'in önemi, Aldous Huxley, George Orwell, Kurt Vonnegut, Ursula K. Le Guin gibi yazarlar üzerindeki etkisi hepimizin malumu. Türkçe internet sitelerinde de Biz ve Zamyatin hakkında irili ufaklı pek çok yazı bulabilirsiniz.

 

Böyle bir girişin ardından, haklı olarak, “Öyleyse yeni bir yazıya ne gerek vardı?” diye düşünenler çıkabilir. Hemen yanıtlayalım; Zamyatin'i, Biz'ini ve kötümser kehanetlerini bugün bir kez daha ele almamız Rusça aslından yapılmış ilk çevirisinin geçtiğimiz günlerde yayımlanması münasebetiyledir.

 

Edebi zenginliğinden ziyade barındırdığı fikirlerle öne çıkan Biz'in bu yeni edisyonunu asıl dikkate değer kılan, Zamyatin’in bu kitabı için yazdığı -ve yakın bir tarihe kadar Rusçada bile yayımlanmamış- 'Önsöz'ü de barındırması. Böylikle Biz Zamyatin'in 1921 yılında hayal ettiği biçime ilk kez kavuşmuş oluyor. Zamyatin’in devrim ve edebiyat hakkındaki görüşlerini yansıtan kitabın sonundaki makalenin de çok önemli olduğunu hatırlatmak isterim.

 

 

 

Birey mi toplum mu?

 

 

Biz romanı Zamyatin’in yaşadığı dönemin siyasi ve düşünsel konjonktürüne muhalefet şerhi düşmek için kaleme aldığı bir taşlama niteliği taşır. Bolşevik devriminin daha ilk yıllarında, yani ütopyalar çağında, Rus edebiyat geleneğinin köklü ve güçlü bir damarı olan yergi ve taşlama yoluyla ütopyaları eleştiren Zamyatin karanlık bir gelecek tasarımı yapmış, dünya edebiyatına yeni bir türü –distopik romanı- hediye etmiştir.

 

Konuyu bilmeyenler için kısa bir özet yapıyorum: 26. yüzyıldayız. Uzun süren savaşların sonunda dünya bin yıldır Tek-Devlet’in totaliteryen yönetimi altında. Her şeyin devlet tarafından kontrol edildiği bu dünyada insanlar numaralar ile ayırt ediliyor. Etrafı duvarlarla çevrili kentlerde yaşayan, duvarların arkasında ne olduğunu bilmeyen, merak dahi etmeyen, bütün zamanları devlet tarafından programlanmış bir toplum tablosu çizmiş Zamyatin. Evler camdan yapılmış, böylelikle insanlar sürekli göz hapsinde. Özel hayatlar ortadan kaldırılmış. Cinsellik –buna çiftleşme demek daha doğru olacak- tamamiyle denetime tabi. İnsanlar sevişmek isterlerse büroya başvuruyor, karşı cinsten bir kişiye kayıt yaptırıp pembe bir kupon alıyor ve çiftleşme safhasına geçiliyor. Neyse ki önceden kararlaştırılmış bir gün ve saatte gerçekleşen bu süreçte yatak odasını pembe perdelerle örtmeye izinleri var.

 

 

 

Eleştirmen: Ömer Türkeş/Kitap: Zamyatin-Biz/Çizim: Ece Öz

(Çizim: Ece Öz)

 

 

Olup bitenleri D-503'ün günlükleri aracılığıyla izliyoruz. D-503 Tek-Devlet'in komşu gezegenlere yayılmak için yaptırdığı İntegral adlı uzay gemisinin mühendislerinden. Devlete ve onun ideolojisine bağlılığı günlüğün ilk satırlarındaki övgülerden anlaşılıyor. Öyle ki günlüğün ilk sayfalarına devletin o gün yayınlanan bildirisini olduğu gibi geçirmiş D-503;
“Diğer gezegenlerde yaşayan, belki de hala ilkel özgürlük ortamında bulunan meçhul varlıkları aklın iyilikçi boyunduruğu altına almanız gerekiyor. Eğer bizim kendilerine matematiksel, hatasız mutluluğu getireceğimizi anlamazlarsa, onları mutlu olmak zorunda bırakmak bizim borcumuzdur. Ama silahtan önce sözü deneyeceğiz. Tek-Devlet'in tüm 'Numaralarına İyilikçi' adına duyurulur: Yeteneği olan herkes Tek-Devlet'in güzelliği ve büyüklüğü konusunda tezler, şiirler, manifestolar, methiyeler veya başka yazılar yazmakla yükümlüdür. İNTEGRAL'in taşıyacağı ilk yük bu olacak. Yaşasın Tek-Devlet, yaşasın Numaralar, yaşasın İyilikçi!"

 

Darbe sabahlarını ya da saldırgan bir halet-i ruhiye sergileyen hükümet açıklamalamalarını hatırlatan bu bildiriden duygulanacak kadar devletine ve liderine bağlıdır kahramanımız. Ancak her şey yolunda giderken D-503 güzel bir kadın olan I-330 ile karşılaşacak ve kadına duyduğu aşk , hayatını değiştirecektir. Çünkü I-330 sisteme karşı mücadele eden ve İntegral gemisini kaçırmayı planlayan bir örgütün üyesidir. I-330'u öpüp yasağı çiğnediği anda düzene duyduğu inanç ve bağın sarsıldığını anlamıştır; “Sonum geldi. Tek-Devlet’e karşı olan yükümlülüklerimi yerine getirecek durumda değilim…”

 

Gerçekten de D-503 devletle ilişkisini sonuna gelmiş, düzeni sorgulamaya başlamış, günlüklerdeki dili değişmiş, 'biz'in yerine 'ben' sözcüğünü kullanır olmuştur. Ne yazık ki İntegral’i kaçırma planı yolunda gitmeyecek, ayaklanmanın birkaç günlük başarısı İyilikçi’nin iktidarını deviremeyecektir. Diğer isyancılar gibi D-503 de hayal gücünü yok eden ve hafızayı sıfırlayan bir işlemden geçirilir. Günlük yeniden eski  üslubuna kavuşmuştur…

 

 

 

 

Devrim sonsuz bir süreçtir

 

 

Zamyatin Biz'i o dönemin Proletkült hareketinin toplum için bireyin feda edilmesine dayalı ütopyasının parodisidir. Proletkült hareketi Bolşevik iktidar tarafından tehlikeli bulunup tasfiye edilmişti. Ancak Zamyatin’in Biz romanı da hoş karşılanmadı. Üstelik kitabın 1924 yılında İngiltere'de yayımlaması yazara duyulan tepkileri arttıracak, Zamyatin sonunda Sovyetler Birliği’ni terketmek zorunda kalacaktı. Bürokratik Sovyet devlet aygıtı için o kadar sakıncalıydı ki Biz'in Rusça ilk basımı ancak 1988'de yapılabildi.

 

Zamyatin ile aynı kaderi paylaşan çok sayıda Rus yazar adı saymak mümkün. Birçoğu 90’lı yıllarda gün yüzüne çıkan Platonov, Mihail Bulgakov, Daniil Kharms, Aleksandr İvanoviç Kuprin, Mihail Zoşçenko, Viktor Şklovski, Vladimir Voynoviç gibi isimlerden söz ediyorum. İlginçtir, bu yazarların hepsi de eleştiri yöntemi olarak Rus edebiyat geleneğinin mirasını sahiplenmişler, mizahın güzünü kullanmışlardı. Aslında sosyalizmi değil uygulamadaki bozuklukları eleştiriyorlardı ama yergilerinin keskinliği yönetimi ürkütmüş, yazdıkları kitaplar rejim aleyhtarı bulunup sansüre uğramış, yasaklanmıştı. Oysa sosyalizimin ve devrimin tam da böyle yazarlara, içeriden yapılan eleştirilere ihtiyacı vardı. Mesela Biz –soğuk savaş yıllarında- bir sosyalizm eleştirisi gibi yorumlanmakla birlikte, Zamyatin’in asıl eleştirdiği bireyin ihmal edildiği, devrimin yarıda kesildiği bir toplum tasarımının başarısızlığa mahkum olacağıdır. Orwell’in ifadesiyle, "Zamyatin belli bir ülkeyi değil sanayi uygarlığının hedeflerini değerlendirmiştir. Bu kitabın konusu aslında Makine'dir, yani insanın şişesinden düşüncesizce çıkardığı ve tekrar şişesine sokamadığı o cin."

 

O cinin yıkıcı gücünü gören pek çok yazar -Zamyatin’in açtığı yolu izleyerek- ütopyalar aracılığıyla yaratılmak istenen ideal toplumların insansız bir devlet aygıtına dönüşeceğini anlatan kurmaca metinler, distopyalar ürettiler. Ne yazık ki Zamyatin ve takipçilerinin distopyalarında ortaya koydukları kehanetler Küresel Kapitalizmin Tek Devlet’e dönüştüğü günümüzde birer birer gerçekleşiyor.

 

Bütün ütopyalar nihayetine erişmiş, bütünlüklü, değişmez bir toplum tasarımı koyarlar ortaya. Zamyatin’in devrimci ruhu böyle bir değişmezliği –ne toplumda ne bilimde ne de edebiyatta- kabul etmez. Zamyatin için “Nihai devrim yoktur, devrimler sonsuzdur”. Devrim hiçbir zaman sona erdirilemeyecek bir süreçtir. Ona göre, "Gerçek edebiyat güvenilir ve gayretkeş görevliler tarafından değil, ancak aykırı ve asi ruhlular, çılgınlar ve hayalciler tarafından gerçekleştirilebilir”. İşte bu nedenle ütopyanın karşısına distopyasıyla çıkacak, siyasi görüşlerini satır aralarında yansıtacak, edebiyata devrimci bir soluk katmaya çalışacaktır;  

 

"Devlet kendini ve hedeflerini yaşatıyor, ama ölmeyi gönüllü olarak elbette kabul etmiyor - o yüzden yeni şimşekler, fırtınalar, kasırgalar başlayacak. Böyledir bu yasa, sonsuza dek fırtına gibi bir 'd' ile taçlanan o yumuşak 'evrim' böyledir. Fırtınanın güçlü nefesi bu sayfalarda duracak."

 

Önsöz’ü ve Sonsöz’ü ile birlikte Zamyatin’in Biz'i tartışmaya değer çok fazla konu barındırıyor. Siyasi, felsefi ve toplumsal eleştirisi çok incelikli olmasına rağmen hızlı gelişen hikayesi, karakterlerde derinleşememesi, ayrıntı eksikliği nedeniyle edebiyat açısından yeterince tatmin edici sayılmaz. Ancak gerek tarihi önemi gerek ele aldığı konularla, hala koruduğu güncelliğiyle mutlaka okunması gereken bir roman.

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.