Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Kötü bir şey yok / sadece kötü bir şey oldu



Toplam oy: 1017
Karanlıkta, en azından loş bir ışıkta okunması (seyredilmesi) Thomas Ott’u çok memnun ederdi kanaatindeyim. Hatta bu konuda ısrarcıyım.

Leke her zaman bir kir işareti midir? Elbette hayır; çoğu kere bir yaşanmışlıktan arda kalanın izlerini, aydınlatılması gereken bir durumun ipuçlarını, ruhtaki travmayı, şaibeyi, her şeyden önemlisi var olanın varoluş nedenini zedelemeyi de tanımlar. Leke bazen de ışığın göze oynadığı oyunla gölgedekinin durumudur. Gölgedeki, kolayca algılananın yerine birkaç adım geriye/yana çekilerek, öne gelerek konum değiştirmiş ve gizlenen bir lekeye dönüşmüştür. Mesele, gölge ve leke ilişkisinde tamamen karanlığa gömülmemek, böylece de kısmen görünür kalarak endişe, huzursuzluk, korku ve merak uyandırmaktır. Bu irkilme, dayatılmış olanın zararınadır. Plan bozulur. “Sana korkunç gelen, sonradan kendini yalın hakikat olarak sergiler,” der Elias Canetti; planın bozulması, salt doğru-güzel-iyi diye ezberletilenin devre dışı kalma ihtimali işte budur. Büyük Abi’nin insanlığı kontrol mekanizması lekelerin, gölgelerin, koordinat değiştirerek adreslerini kaybettirenlerin tehlikesi altındadır. Siyah, gri, kirli beyaz, sistemi aslında hep rahatsız eder – edecektir de.

 

 

Çünkü leke ve gölge bir araya geldiklerinde ayrıntıların da biçimlenmesini sağlar aslında; blok halindekini derinleştirir; ona perspektif ve hacim kazandırır. “Mutlak” olan yoktur; mutlak olamama durumuna girintiler, çıkıntılar, çapraşmalar, bindirmeler ve uzam nedendir. Fen, leke ve gölgenin emrindedir. Sistem, bundan rahatsızlık duyar aslında. Çerçevelemek, ona bir ton kazandırmak, içine karakterler ve bilindiği halde yok sayılan, insana özgü ağır hikayeler yerleştirmek, beyazı tekeli altında tutan kasvetin yüzüne gerçeği çarpmak için bir fırsat doğurur.

Sıkışık canlının sıkıştığı hazneden yani kendisinden yahut alandan yahut olaydan, belki de gezegenden çıkabilmesi düşünüldüğünden kolaydır; ölmesi yeterlidir. Ölümün boğucu yoğunluğunu insanı rahatlatan bir gerilime çevirmek ise ustalık ve zeka ister. Çünkü leke ve gölgenin hiçbir şeyi örtmediğini, tam tersine belirgin kıldığını saptamak ağır yetenektir. Çünkü kimseyi incitmeden otopsisini yapmak hakikaten zordur; önce onu üzmeden öldüreceksiniz, sonra canını yakmadan otopsisini yapacaksınız ve ardından sapasağlam evine göndereceksiniz. Bu iş tahmininizden de fazla fedakarlığa bağlıdır. Soğukkanlılıktan çok, sorumluluk, ciddiyet ve fanteziye bağlıdır: Şiddetin şekillenmesine karşı sorumluluk, ilkel benliğin tezahürüne karşı ciddiyet ve olup biteni izleyenlerin rahatsızlanması ihtimalini ortadan kaldırabilecek fantezi.

 

Bütün korkularımız, temelde ironiktir ve resmi ideolojinin korkusuzluğu espri yeteneği yoksunluklarıyla teşhis edilir.   

 

Siyah paspartu üzerinde storyboard ortamı

 

Thomas Ott, İsviçre doğumlu bir grafiker olmasına rağmen yoğunluğuyla bir ressam/çizer. Konuşmadan, olayların sıfır zeminde cereyan etmesi için geliştirdiği teknikle ve sinemanın, özellikle de kısa filmin atmosferinden hareketle çizgi romanlar hazırlıyor. Siyah bir paspartu üzerine yerleştirdiği kutularda bir storyboard ortamı yaratıyor; ancak siyahın hâkimiyeti, kutuların ön plana çıkması için değil de adeta her şeyi kuşatanın ve aslolanın siyah olduğunu vurgulamak için planlanmış bir kurgu. Zaten dıştaki siyahı, kutuların içindeki hikayelerle dengeleyen en önemli unsur da hikayelerinin kötücül ve kötümser akışı – hikayeleri teslim alan siyah. Gölgeler ve lekeler ise zaman zaman hükmedilen nesnelere, mekan tasarımına, zavallı kurbanlara “fazla tarama” taciziyle yaklaşıyor ve bireyin tasarrufundaki basitliğin, hataların, zaafların, suç işleme özleminin, vahşetin bilançosunu nihilizme kesiyor. Thomas Ott, başlarda scratch art (kısa/kesik darbelerle tarama sanatı diyebiliriz buna; bizde de Ersin Karabulut örnek verilebilir belki) yöntemiyle korku hikayeleri hazırlamış, filmler çekmiş ve yetinmeyerek de bir ara kurduğu Playboys adlı müzik grubuyla Şok’n Roll adını verdiği tarzda müzik yapıp şarkılar söylemiş bir sanatçı. Flaneur Comics, Thomas Ott’un R.I.P. , Panopticum ve en çarpıcı eserlerinden sayılan Numaralar 73304-23-4153-6-96-8 adlı kitaplarını yayımladı. R.I.P. dışındakiler sınırlı sayıda, 666 adet basıldı ve her biri numaralandırıldı. Özellikle bu alanın takipçileri, koleksiyonerleri için kaçırılmaz bir fırsat.

 

Karanlıkta, en azından loş bir ışıkta okunması (seyredilmesi) Thomas Ott’u çok memnun ederdi kanaatindeyim. Hatta bu konuda ısrarcıyım. 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.