Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Öykücülüğümüz adına başarılı bir çıkış



Toplam oy: 1253
Gökhan Yılmaz
Yapı Kredi Yayınları
Biraz Kuşlar, Azıcık Allah'ın, oyuncu dili, zekice karikatürize edilmiş kişileri, deneysel dili ve sessel çağrışımları ile iyi bir çıkış kitabı olduğunu söyleyebiliriz.

Yeni kuşak öykücülerden 1987 doğumlu Gökhan Yılmaz’ı Lacivert, Öykü Teknesi, Melantis, Kül Öykü, Dergah, Yeniyazı, Özgür Edebiyat, Kitap-lık ve Notos gibi dergilerde yayınlanmış olan hikayelerinden tanıyoruz. Yazarın ilk kitabı olan Biraz Kuşlar, Azıcık Allah isimli sıra dışı çalışması, geçtiğimiz günlerde YKY tarafından yayınlanarak raflarda yerini aldı. Yılmaz’ın modern yozlaşma, toplumsal dinamikler, bireysel buhranlar ve ailevi çıkmazlar gibi meselelere kendine özgü biçimsiz bir biçimsellik ile yaklaşımı edebiyatımızdaki öykücülüğe yeni bir soluk getiriyor.

 

 

Biraz Kuşlar, Azıcık Allah varoşlardaki bir mahallede, duvarın arkasından kafasını uzatan oyunbaz bir afacanın ışıltılı mizacı misali, evvela ismiyle cezbediyor bizi. Bu davete iştirak edip de ufaklığı takibe başladığımızda ayaklarımız kayıyor önce. Zira afacanın ardından köşeyi döndüğümüzde altımızdaki zemini bir halı misali çekiyor Yılmaz. Dili bir oyun hamuru gibi kullanarak, yazınsal dünyasında seri ve umarsız ve kalıplı anlamlar ile ilerlemekten alıkoyuyor bizi. Lakin yazar yineleme ve yankılama gibi sessel araçlar kullandığı edebi bir üslup tercih ederek bu denge kaybını okuyucu için harmonik bir dansa dönüştürüyor. Böylece ilk bakışta anlamsız ve fazla soyut görünebilecek anlatım tarzı, söz konusu lirik çağrışımlar sebebiyle karşımıza ironi ve izan taşıyan anlamlar seriyor: “Alo! Oğlum neredesin ya? Dün Sema’daydım. Geceyi beraber geçirdik. Çok ısrar etti. Bir fincan kahvenin hatırı olsun, dedi. Geçen gece arabadan inip gitmene de bir anlam veremedim. Havalimanına gel de konuşalım. Birazdan işten çıkarım. Ne dersin? Alo (…) Dit dit diiitt. Çın çın çııınn. Dit Diit mi? Çın çın ne oğlum? Ne diyorsun sen? Çekiç, örsü çekiştirmiş. Örs, örsmem artık, demiş. Üzengi de örsmezsen örsme lan, çok da çınnn ya demiş. Ne? Saçmalıyorsun oğlum ya? İyi misin. Alo…” (s.84)

 

 

 

 

Günümüz edebiyatında Gökhan Yılmaz münferit tarzıyla öykücülüğümüze yeni bir soluk getiriyor.

 

 

 

 

Eserde karşımıza çıkan bir başka belirgin unsur ise Yılmaz’ın öyküleme ve kurmacadan uzak duran anlatım biçimi. Yazar daha uzun kurmaca türlerinde karşımıza çıkan 'dramatik yapı'yı öykülerinden uzak tutuyor. Böylece okuyucu öykülerin çoğunda ortam, durum ve ana karakterlerin tanıtımı gibi kurgusal sergilemelerle karşılaşmıyor. Yazar, okuyucuyu çoğunlukla olayların ortasından anlatıma dahil ediyor (in medias res) ve yalın bir olay örgüsünden uzak duruyor. Hikayelerin sonunu ise beklenmedik ve ucu açık bir biçimde getiren yazar, aynı zamanda okuyucuya ahlaki ya da etik bir ders verme çabasına da girmeyerek 'öykü'yü 'fabl'dan ayıran kesin çizgilere son derece dikkkat ediyor. Bütün bu unsurları bir araya getirdiğimizde, eğer bir sınıflandırma yapmamız gerekirse, Biraz Kuşlar, Azıcık Allah, 'Modern Öykü'cülüğün şık bir örneği olarak karşımıza çıkıyor.

 

 

Lakin eser her ne kadar deneysel biçimiyle öne çıksa da, Yılmaz’ın öykülerinin insan hayatına dair sunduğu derin psikolojik ve toplumsal kesitler okuyucuyu kimi zaman kesici bir soğuk kadar acı verici bir gerçeklikle baş başa bırakabiliyor. Hepsine teker teker göz atacak kadar yerimiz olmadığından, örneğin hikayeler arasından görece öne çıkan birini, Aciz Memuru isimli öyküyü ele alalım. Yazar bu hikayesine blöf yapmadan, baba-oğul çatışması ve haciz terörünün bir çocuk üzerindeki etkilerini ele alacağını ifşa ederek, kartlarını okuyucuya açarak başlıyor. Böylece kendimizi ekonomik problemlerin üzerine inşa olunmuş Freudyen bir baba-oğul hesaplaşmasının içerisinde bulmaya, haliyle klişelere meyilli bir hikayeye hazırlıyoruz. Lakin Yılmaz, haciz travmasının kendinde yol açtığı psikolojik yaralar ve bu yaraların sorumlusu olan babaya karşı duyulan öfke ve hayal kırıklığını Schiller’in deyimiyle öyle 'naif' ve öylesine ironik bir biçimde anlatıyor ki, okuyucu manzarayı dışarıdan seyrettirmiyor, doğrudan içine buyur ediyor. Keskin ironileri ve banallıktan uzak anlatısıyla klasik bir çatışmayı bile orijinallik ile sunabiliyor: Eğer babanız bir Avusturya-Macaristan veli ahtıysa hepiniz birer Sırp milliyetçisi olun çocuklar (s.34).

 

 

 

Yazar, Aciz Memuru hikayesine blöf yapmadan, baba-oğul çatışması ve haciz terörünün bir çocuk üzerindeki etkilerini ele alacağını ifşa ederek, kartlarını okuyucuya açarak başlıyor.

 

 

 

 

Söz konusu öyküde, haciz olgusunun derininde yatan sosyo-ekonomik dinamikler de  gözardı edilmiyor. Liberal ekonominin temeli olan laizsez-faire’ın yani bırakınız-yapsınlar’ın, genellikle laissez passer yani bırakınız-geçsinler’e tekabül ettiğini; fakat yol verilenin geçtiği yerlerde arkasında çoluk çocuk demeden maddi-manevi bir ceset yığını bırakan, kana susamış bir ordu olduğuna dikkat çekiliyor. Böylece yazar öykülerinde toplumsal dinamikler ile birey yaşantısı arasındaki ilişkinin sonuçlarını da ele alarak, kimi zaman anlatısını politikleştirmekten kaçınmıyor:  “Tık tık tık. İki polis, bir haciz memuru, bir banka görevlisi, bir avukat. Haçlı seferleri ordusu. Evet, çocuklar, haçlı seferleri, h ve s büyük yazılacak (s.31) – Yani kaç tane haçlı seferi olduğunu hatırlamıyorum, çocuğum.  Bir kere tuvaletteyken geldiler. Sıçmaya korkmuştum, ses olur, diye. İçimdeki dışkıyla savaşmıştım, düşmesin deliğe, diye. Bir kere komşudayken gördük geldiklerini. Kabakulak olmuştum ve boğuluyordum öksürükten. Komşudaydık ve ben öksüremiyordum, boğulamıyordum, duyacaklar diye. Öksürüğüme haciz koyacaklar diye, salamıyordum boğazımdaki karıncaları. Aslında bağırmak istedim. Beni haczedin ağbiler. Haczedin beni de rahat rahat öksüreyim demek istedim.” (s.32)

 

 

Biraz Kuşlar, Azıcık Allah'ın, oyuncu dili, zekice karikatürize edilmiş kişileri, deneysel dili ve sessel çağrışımları ile iyi bir çıkış kitabı olduğunu söyleyebiliriz. Fakat, yazarın genellikle kurmaca ve karakterlerden uzak duran tarzı ve dil kullanımındaki özgürce yaklaşımının anlatım, olay örgüsü, mekan  ve ifade açısından yalın-klasik öykü severlere hitap etmeyebileceği hususunda uyarı yapmakta da yarar var. Lakin nihayetinde öykü kitaplarının yayınlanılmakta ve başarılı olmakta zorluk çektiği günümüz edebiyatında Gökhan Yılmaz münferit tarzıyla öykücülüğümüze yeni bir soluk getiriyor. Genç yazar biçimsel ve anlatısal olarak metnine içtenlikle yansıtabildiği şahsi düşünsel - yazınsal iç karmaşasıyla öykücülüğümüz adına parlak bir gelecek vaad ediyor.

 

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.