Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Sibel K. Türker'in Günahlardan Öcü: Dönüşmeyen Kahraman



Toplam oy: 1421
Sibel K. Türker
Turkuvaz Kitap

Sibel K. Türker'in Turkuvaz Kitap'tan yayımlanan romanı "Benim Bütün Günahlarım", iki özelliğiyle öne çıkıyor: İlki, hemen bilineni, aynı anda e-kitap olarak da yayımlanmış olması. İkincisi, hemen bilinmeyeni, okunduğunda ortaya çıkanı, Türker'in günahlardan öcünü, kahramanını dönüştürmeyerek, onu olduğu yerde bırakarak, hatta daha da geriye iterek alması. Günahları, 'canım, ne önemi var, hepimiz böyle işler yapıyoruz,' diye küçümsemeye itirazı, aslında isyanı var Türker'in. Bu, pek alışık olmadığımız bir isyan, çok az kişinin göze alabildiği, ama aslında herkesin –evet, herkesin- ateşine kapılması zorunlu bir kalkışma. Yoksa dönüşülmez, dönüşemeyiz, olduğumuz yerde kalırız şansımız varsa, yoksa da, olduğumuz yerden çok çok gerilere düşeriz, artık ne olacaksak oluruz.

"Benim Bütün Günahlarım" anlatsın biraz da, Anadolu'nun uyuklamakta –gerçekte, yarattığı küçük evrende kendine göre çalkalanmakta- olan kenti M'den, hızlı, hareketli, canlı 'İ' kentine gelen ve geride zorla evlendirilmiş olduğunu yineleyip durduğu karısını, hele de annesini bırakan Toros'un öyküsünü.

"Bir kentin hem yanı başında hem de çok ama çok uzağında olmak delice bir hüzün veriyordu insana. Vazgeçmenin iç ezen ağırbaşlılığıyla, isteğin yanıp tutuşan varlığı arasında bir yerde kaybolarak, silinerek durmak, duradurmak. Koşmaya kalksan bacakların hayır demeyecektir buna, gençsin. Tüketecek, tükenecek kadar gençsin. Ama içinde sana koşmayı emredecek bir otorite yok. Emir komuta merkezlerin bir hava saldırısında yerle bir edilmiş. Bir asker böyle bir durumda ne yapar? 'Ben kime komutanım diyeceğim şimdi?' diye ağlar. Ağlama asker. Kaçsana asker, koşsana asker. Özgürsün ulan. Ulan özgürlükte ne yapacağını sana kimse öğretmedi mi hayvan? Evine mi döneceksin? Ulan evin de yıkıldı gitti. Yapı, bina, taş kalmadı. Öyleyse nereye? Geri mi ileri mi? Baban sana bunları öğretmedi mi? Okulda seni imtihan etmediler mi? Başının üzerindeki bol yıldızlı gökyüzüyle ne yapacağını sana KİMSE SANA ÖĞRETMEDİ Mİ? Artık kendinden emir al. Kendin diye bir şey var. Kuzey soğuk, güney sıcak. Ona göre yürü, koş bari. Orman karanlık, göl derin, deniz daha, okyanus en derin. Dağlar denize ya dik, ya paralel. Büyük kentin bitki örtüsü para. İklimi ılıman, denizi mutedil dalgalı, zaman zaman şiddetli lodoslu. Koşsana ulan!"

Sibel K. Türker, "Benim Bütün Günahlarım"ın 63. ve 64. sayfalarında böyle haykırıyor kahramanına, hızını alamamanın kendiliğindenliği, çarpıcılığı, güzelliğiyle. Toros, İ'de ucuz bir otelde kalıyor. Otel, sadece kendinin değil, kentin de değil, belki tüm gezegenin evreninin küçültülmemiş bir hali, daraltılmamış. Öyle. Herkesin bir otelde yaşadığını düşünmesi lazım aslında, bir süre kalınacak, sonra terkedilecek. Hiçbir kimse, hiçbir yerde kalıcı olamayacak. Bu otelde, görevli olanın da olmayanın da bir görevi var ya da yok. Görevli görevini yapmıyor, görevli olmayan göreve soyunuyor. Toros'un bu otel yarıçaplı önce ayrı duran ancak sonra birleşmeye yönelen iki alanı var; bir spor salonu çalıştırıcısı ve otelde tanıştığı bir kişisel gelişim 'uzman'ı ile  tanımlanan. Geride bıraktığı karısı, ki annesinin yanında kalıyor, ona bakıyor, annesi ve kız kardeşi de çağrışımlar, üzüntüler, hüzünler yaratmaya devam ediyor bu arada.

Ve aşk!

Aşık olacağı pek beklenmeyen, dahası umulmayan Toros, ateşleniyor.

Takıldığı spor salonunda temizlikçi olarak çalışan Gülümse'ye aşık oluyor ya da öyle sanıyor. Aşk'ı Gülümse ile yaşadığına kendini inandırmak istiyor, kişisel gelişim uzmanına olan homoerotik ilgisini bastırmaya, kendi kendine bile unutturmaya gayretiyle. Olaylar gelişiyor, günahlar artıyor, sonunu söylemeyeceğim, sır olduğundan değil, okunarak tadına varılması gerektiğinden.

Bu arada, Toros'a uzunca bir süre eşlik eden Sorum'dan, görünüp kaybolan Çözüm'den, rahatsız ediciliğiyle Muamma'dan söz etmemek olmaz, hele Çözüm'ün uçuculuğundan. Oysa yakalanması gereken oydu, nerede kaldı o diye soruyor –umut?-, soracaktır –dilek?-, sormalıdır –beklenti?- okur, yoksa yapıtı ıskalamış olur.

Benim Bütün Günahlarım, Bizim Bütün Günahlarımız'a evrildiğinde ve isyan'la, kendine güvenle taçlandığında, Toros'un dönüşmemesi, dönüştürülmemesi, gerilere düşmesi; irkilticiliğiyle, görevini yerine getirmiş demektir.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.