Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Vahşiliğin Anatomicisi; Roberto Bolaño!



Toplam oy: 249
Bolaño, sadece Şili’yi ya da diğer Latin ülkelerini değil dünyanın birçok coğrafyasının referanslarını; olaylar ve kişiler ekseninde de gündelik hayata dahil eder. Ölüme çıkan yollar, o yollarda gelişen dostluklar, o dostlukları bıçak gibi ayıran şüphecilik…

Bolaño, Şili’nin başkenti Santiago’da dünyaya gelmiş. Çocukluk yılları çeşitli kentler, birbirine karışmış kültürlerin içinde geçmiş. Gençlik yıllarının başında Meksika’ya göçmesi onun edebiyat serüveni için bir kırılma noktası olmuş. Meksika’daki entelektüel ortamlarda Latin Amerika Edebiyatı’nı sulayan birçok yerli akımı araştırma imkânı bulurken, şiir eskizlerine bu yıllarında başlamış. Boloña için anavatanı Şili’de yaşanan siyasi krizler zinciri hayatındaki bir başka dönüm noktasını teşkil etmiş. Amerika karşıtı sosyalist lider Allende’nin başlattığı reform sürecinde birçok Şilili aydın, sanatçı gibi Bolaño da Santiago’ya dönme kararı alıp, sürece katkı sunmak istemiş. Fakat Allende döneminin kanlı bir ABD müdahalesiyle sona erdirilip Pinochet devrinin başlamasıyla ABD- Pinochet karşıtı direniş hareketlerine katılması neticesinde başı epey derde girmiş. Yeniden Meksika’ya dönen Bolaño, burada arkadaşlarıyla birlikte bir şiir ekolü oluşturma çabasına girse de, Latin Amerika’da yaşanan krizlerin şiirden ziyade roman türünü domine etmesinin sonucu olarak o dönemin bir grup Latin şairi gibi kurmacaya yönelmiş. Katulunya’ya gidene kadar Meksika’daki edebi çalışmalarının odağına romanı ve bilhassa en çok tesirinde kaldığı Borges’in kurgu poetikasını koyarak; dil, teknik, muhteva kanallarını genişletmek için okumalar, etütler yapmış. Bolaño’nun Katalonya macerası onun roman hususunda olgunlaştığı yıllardır. Katalonya’da geçim sıkıntısı çeken yazar, lokantalarda muhtelif işlerde çalışırken bir yandan da roman taslakları yazmaya girişmiş ve peş peşe yayınlanan eserleri kısa sürede ses getirip birçok ödüle layık görülmüştür. Özellikle, Vahşi Hafiyeler romanı Latin Amerika’da büyük yankı bulmuş, ‘Herralde ‘ve Ramulo Gallegos’ gibi saygın edebiyat ödüllerini almıştır. Bolaño, 2003 yılında hayata veda edene kadar, eserleri birçok dile çevrilmiştir.

 

Şaşırtıcı ve eğlenceli

Roberto Bolaño, edebiyatı oyun sahası gibi gören bir yazardır. Onun hem romanları hem de öykülerinde kurgunun seyrini takip etmek güçtür. Yetmişli yılların siyasi atmosferini, bu atmosferin öncesinde ve sonrasında yaşanan dünya tarihine yön veren olaylarla karıştırıp ortaya nedensellik ilkesine göre temalar çıkarması, aynı karakterleri başka çehreler ve farklı kimliklerle okurun karşısına dikmesi, sevdiği yazarların metinlerinden sızan epigrafları metnin can alıcı yerlerine nakletmesi, çok yalın gibi duran dilinin altında Latin Amerika’nın kesik damarlarını göstermek için çattığı ironik, yabani ve mizahi hatlar, belirsizlik kavramını çok yönüyle yorumlama isteği gibi manevralar okur için zorlayıcı fakat yazarın oyunbazlığına alışıldığı takdirde şaşırtıcı ve eğlencelidir. Bolaño’nun nevi şahsına münhasır bir kurmaca üçgeni vardır. Bu üçgenin dışındaki alan, bir lunapark kadar eğlenceli gibi görünse de, her an ışıkların sönüp gizemli ve uğursuz olayların başlayacağı bir ruh hali taşır. Üçgenin tepe noktası, siyasi, sosyal, psikolojik ve iktisadi olayların eğilip bükülerek edebiyata dönüştürüldüğü yerdir. Latin Amerika’nın dilemmaları, kendi içindeki mücadeleleri ve ABD’ye karşı verilen savaş buradadır. Bu köşede doğmuş karakterler, genellikle sol hareketin onlarca fraksiyonunu temsil ederler. Karakterler, ideal olan sistem üzerinde uzun uzadıya tartışırlar. Fakat aynı karakterler bir yönüyle var olmanın huzursuzluğunu da yüklenmişlerdir. Kırıp dökmeyi göze alarak umut eden ama olduramayan tiplerdir. Sınıf ayrımıyla uğraştıkları kadar varoluş bunalımlarının harcını karan cinlerle de mücadele ederler. Bu savaş, bir anlamda iyi ile kötünün de savaşıdır. Fakat anlatıcı akın ya da karanın savunuculuğunu yapmaktan uzak bir edayla belirsizlik kırbacını şaklatarak bu iki zıtlığı dengede tutmayı amaçlar.
Vahşet üreten bir hayat

Üçgenin diğer ucundaki gotik binalarla dolu sokakta ise Cervantes, Casares, Faulkner, Borges, Cortazar, Vache, Kafka gibi yazarların hayaletleri dolaşır. Bolaño pek sevdiği yazarların karmaşık kurgu ve dil sistemleriyle oynayıp bu isimlerin ruhunu, metinlerinde ağırlar. Varla yoku, düşle uyanıklığı, hayal ile gerçeği, mistik olan ile maddesel olan dünyayı eşitlemek ister Bolaño. Bu mefhumları birbirinin içine katarak ortaya çok katmanlı alem çıkarır. Bu iklimin retoriği ve bilinci olağandışıdır. Karakterlerin içine yuvarlandıkları dünya sonsuz ve gizemlidir. Bu nokta, metin için oyun içinde oyun üreten bir mekanizma görevi yapar. Bu disipline göre her şey, kırık ya da yarımsa bu yapbozun parçalarını toplayıp birleştirmek gerekir. Ortaya çıkacak görüntü önemli değildir. Esas olan bütünlük, zıtlıkların uyumundan doğan kusurlu güzelliklerdir. Üçgenin diğer köşesinde ise gündelik hayatın akışı durur. Fakat gündelik hayatın ölçülerinde anormallikler vardır. Misal, bazen bir gün yirmi dört saatten çok, kimi zaman ise saniyelerle sınırlandırılmıştır. Bolaño, sadece Şili’yi ya da diğer Latin ülkelerini değil dünyanın birçok coğrafyasının referanslarını; olaylar ve kişiler ekseninde de gündelik hayata dahil eder. Ölüme çıkan yollar o yollarda gelişen dostluklar, o dostlukları bıçak gibi ayıran şüphecilik… Göçler, belirsizlikler, travmalar, aşklar, başka yazarların hayatları… Bolaño’nun deşmeyi sevdiği konulardır. Bolaño karakterlerinin gözünden hayat, hacmi kadar vahşet üreten bir sistemdir. Bolaño ise bu vahşetin izlerini elinde büyüteçle inceleyen bir iz sürücü, belki de vahşiliğin anatomicisidir.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.