Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Zavallı Phil'in yürek burkan düşüşü



Toplam oy: 962
George Saunders // Çev. Niran Elçi
DeliDolu Yayınları
Peki, Phil neden zavallı? Çıkışının düşüşünü hızlandırdığını göremediği için, ayna yüzlü yardımcıları işlerine gelmediği an ona arkalarını döndüğü için, sonunda "yaradanı" tarafından canavar ilan edildiği için...

Düşünsenize, kocaman bir ülkedesiniz ve bu ülkenin topraklarında minik bir ülkecik daha bulunuyor. Ve bu ikincisi o kadar ama o kadar küçük bir ülke ki, sınırları içine yalnızca tek bir kişi sığabiliyor! Üstelik bu ülkenin nüfusu sizin “güzelim” ülkenizin sınırlarına giriyor. Ah işte insanın içini sızlatan Phil’in hikayesi burada başlıyor. 

 

Phil o “tiksinç” İç Horner ülkesinin mızmız, sefil ve haris vatandaşlarını -yani Dış Horner ülkesi vatandaşlarının tam tersi olan halkı- tabii ki sevmiyor. Neden sevsin ki! Dış Horner ülkesinin ferahlığı onlarda olmadığı için hepsi aciz. Onlar yalnızca Kısa Dönemli İkamet Bölgesi’yle idare etmek zorundalar. Dış Horner büyük tabii ama sınırsız da değil, hem ülkelerinin birazını onlara verirlerse sonra küçük ve dandik başka ülkeler de gelip onlardan toprak istemez mi? Bu da yetmezmiş gibi, günün birinde İç Horner’ın tek kişilik arazisi daha da küçülüveriyor! Artık o bir kişinin birazı içerde dururken birazı Dış Horner ülkesinin arazisini işgal ediyor! Ne zavallılık, düzgün ülkeler küçülür mü hiç? Bu durumda sıradan bir Dış Horner vatandaşı olan Phil’in aklına bir fikir geliyor: Madem öyle, vergi versinler!

 

Sıkıntı tam olarak burada başlıyor. Çünkü o sefil İç Horner halkının tabii ki parası da yok! Neyse ki Dış Horner ülkesinin “milli erdemi” cömertlikle, vergi karşılığı hepsinin Kısa Dönemli İkamet Bölgesi’nde kalmasına izin veriliyor. Bu fikri öne sürmesi Phil’i, Dış Horner halkının gözünde “hiç”ten “vay canına” seviyesine yükseltiyor ve Phil, düşüncelerini hiç durmadan ifade etmeye başlıyor. İç Horner halkının dip dibe dikilerek zaman geçirmekten minicik kalmasıyla, para kazanmak için yapabilecekleri hiçbir şey de kalmıyor! Madem öyle, bir sonraki vergi gününde, bir adet çok küçük elma ağacı, bir adet hemen hemen kurumuş dere, yaklaşık olarak sıfır nokta sıfır sekiz metreküp çatlamış kuru toprak da vergi olarak alınacak. 

 

"Milletin yeni başkanı diyor ki: Artık Barış gelecek!"

 

 

Phil durmuyor, işini “kolaylaştırmak” için Özel Sınır Faaliyetleri Koordinatörü olarak atanmayı başarıyor. İşte zavallı kahraman Phil’in başına gelecekler o günden belli aslında. Yeri geldiğinde başkanın yerine geçerek medyanın bile ilgisini çekiyor ve İç Hornerlılar’ın son derece tehlikeli ve saldırgan olduğunu anlatmayı başarıyor! Bu arada bizim “haris” İç Hornerlılarımız vergi olarak ödeyecek hiçbir şeyleri kalmayınca giysilerinden de oluyor ve birbirlerinin yara izlerini görüyorlar. Ve hatta Dış Horner topraklarına geçmemek için üst üste dizilip dengede durmaya çalıştıkları bile oluyor. Phil ise “kahramanca” ele geçirdiği başkanlığının tadını çıkarıyor. Ah unuttum medya demiştim bir de değil mi? Tüm bunlar olurken medya megafonla Dış Horner halkına “müjdeli” haberleri veriyor: “Milletin yeni başkanı diyor ki: Artık Barış gelecek!”, “Vizyoner lider, kararlı yüceliği ile milletin gözlerini kamaştırıyor!” 

 

İşte böyle devam ediyor hikaye; detayları anlatıp hikayenin tadını kaçırmayayım. Peki, Phil neden zavallı? Çıkışının düşüşünü hızlandırdığını göremediği için, ayna yüzlü yardımcıları işlerine gelmediği an ona arkalarını döndüğü için, sonunda “yaradanı” tarafından canavar ilan edildiği için... Tüh sonunu söylemeyecektim!

 


 

* Görsel: Furkan Nuka Birgün

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.