Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bir antoloji yaratmak



Toplam oy: 1184
Orhan Kahyaoğlu
Ayrıntı Yayınları
Modern Türkçe Şiir Antolojisi, alışageldiğimiz antolojilerde olduğu gibi kronolojik bir ilerleme yerine, hazırlayanın bakışı doğrultusunda, şiirin genel görüntüsüne göre oluşturulmuş. Bu yönüyle özellikle konuşulmalı, tartışılmalı.

Yaşayan şairleri kapsayan bir antoloji hazırlamak risklidir. Bugün hayatta olmayanların yerini tayin etmek ise, verili tarifeye göre davranıldığından daha kolaydır. Hazırlayıcının, estetik ya da politik bakışıyla örtüşmeyen ve hatta nedensizce herhangi bir isme yer vermediği bir çalışma da, bu şairler aramızda olmadığından “bakış açısı”, “yorum”, “tercih” denilip geçileceğinden ve ezeli bir tartışma oluşmayacağındandır biraz da bu. Evvelce varlıkları ve verimleri üzerine çok konuşulan ve bugün hayatta olmayan şairlerden mürekkep bir antoloji tehlikesiz, tehditsiz, renksiz ve nerdeyse anlamsızdır.

 

Evet, yaşayan şairlerle ilgili böylesi bir çalışma en “sıkıntılı” işlerden biri. İlki “Beğendim aldım,” yerine tercih ettiğiniz şairlerle edilmeyenlere karşı bir nedeninizin olması gerekir. “Neden o var?”, “Neden ben yokum?” bitmez bir tartışmadır ve buna yanıtınız “Çünkü beğenmedim” ile sınırlı olmamalıdır. İkincisi hemen her şair serüvenine devam ettiğinden kimin hangi aralıkta ne yapacağına dair sezginizin kuvvetli olması şarttır. Örneğin bir şair büyük ses getiren kitabının ardından uzun süre yazmaya ara vermiş ya da kitap yayımlamamıştır veya uzun bir sessizlikten sonra şiirini -Kemal Özel gibi- hat değiştirip farklılaştırmıştır. Önceki kitaplarının çıkardığı gürültünün ardından sessizliğe gömülmesi de muhtemeldir. Pek çok hazırlayıcı, bu riski göze almak istemediği için, kabul görmüş isimleri tercih ederek riskli bölgeye girmeden çalışmasını tamamlar. Ve elbette yaptığının görülmesini, üzerine konuşulmasını, dikkat çekilmesini isteyen şair de, kendisiyle riskli bölgelerde buluşulmamasından hoşnut kalmaz. Dünyanın hemen her yerindeki şiir ortamının katkısıyla bir “antoloji klişesi kitabı” çıksa aynı sözleri, aynı diyalogları kavgalar eşliğinde okuyunca, sanırım hiç yadırgamayız. 

 

Siyasetçiler, sanatçılar, yazarlar söyledikleri kadar söylemedikleri sözlerle değerlendirilir. Değerlendilmelidir. Mesela, bugün bir Ortadoğu ülkesi olan coğrafyamızda kitapları yüzlerce dile çevrilen ve dünyanın en prestijli ödüllerine sahip, çoksatan bir yazar olarak sokaktaki kanla, katliamla, hayatla ilgili susmak da bizi değerlendirecek bir ölçüdür, konuştuğumuz kadar. Bir antoloji de hiç kuşkusuz olan kadar olmayanlarla da değerlendirilir. Olmayanlar da farkında olmadan, yokluğuyla değer katar böylesi çalışmalara. Hiç unutulmaması gereken ise şudur ki, herhangi bir antolojide yer alınca şair olunmadığı gibi, yer almayınca da “şair değil” mührü vurulmuyor. Her çalışma hazırlayanın estetik algısını, bakışını ortaya koyuyor. Böylesi çalışmalar, aslında güncel bir okuma biçimi, farklı bir bakıştır ve sadece bir antoloji değildir, “yeni bir şiirdir”. Tüm bu girizgahı önümüzdeki günlerde dolaşıma girecek 2000'ler Şiiri Antolojisi'ni hazırlayan biri olarak “antolojiler” meselesine bakışımı özetlemek için dile getirdim. 

 

İğneyle kuyu kazmak

 

 

Yakın zamanda, Orhan Kahyaoğlu'nun hazırlamış olduğu bir antoloji de uzun yılların bir emeği olarak iki cilt halinde okura sunuldu. Adıyla farklılığını, iddiasını açıklayan Modern Türkçe Şiir Antolojisi, kadim bir şiire sahip coğrafyamızda modernleşmenin son yüz yıllık görüntüsünü, farklı eğilim ve anlayışları eksen alarak hazırlanmış. Alışageldiğimiz “klasik” antolojilerde olduğu gibi kronolojik bir ilerleme yerine hazırlayanın bakışı doğrultusunda, şiirin genel görüntüsüne göre oluşturulmuş. Bu yönüyle özellikle konuşulmalı, tartışılmalı. Şairlerin doğum tarihleri üzerinden şiirleri sıralanmamış, bunun yerine 1920'lerden itibaren şiirimizdeki hareketlenmeler 20'şer yıllık arayla ve alt başlıklarla detaylandırılıp örneklerle açıklanarak ve yer verilen her şairle ilgili söz açarak hazırlanmış. Buradaki en büyük sıkıntı şairleri 20 yıla hapseden bir bakışla serüvenleri tanımlama. Anday'ın şiirindeki hareketlenmeleri, değişimleri düşünürsek onu salt Garipçi olarak tarif edemeyiz örneğin. Şiirimiz 20'şer yılla değerlendirilirken şairlerin de kronolojik olarak şiirleriyle yer almaları, bu hapsedilmiş tarifi yıkabilirdi. Genel bir incelemenin ardından ara bölüm ve her bölüm öncesi değerlendirme ile çalışmanın sonunda antolojideki şairlerin kitaplarının listesi (yaklaşık 100 kitap) ve çalışmanın arka planındaki okumaların kaynakça ile sıralanması da yararlanılan ya da yararlanılamayanları göstermesi açısından anlamlı. Böylesi bir çalışmayı hazırlayınca hangi kaynakların atlanıldığı, göz ardı edildiği ya da hangilerinin daha çok önemsendiği üzerinden değerlendirmede bulunmak, bir fikre ulaşmak mümkün ama hiç kuşkusuz eksik ve hatalı. İğneyle kuyu kazar gibi, hazırlanılan büyük bir sabır ve emek işi bu çalışma; öznellik ve duygusallıkla, olası tartışmalara kapı aralamamalı.

 

Bugün şiirimizin nerdeyse 100 yıllık serüveni, bu antolojide farklı bir değerlendirme ve yerleştirme biçimiyle ortaya konulmuş. Ez cümle, şiir antolojilerde yaşamaz, çünkü antolojilere sığmayacak kadar büyüktür. Ama bir antolojiye de bir dönemi, bir estetikle sığdırmak gibi zor bir işi Mehmet H. Doğan'dan 14 yıl sonra, eleştirel bir bakış ve farklı bir yöntemle göze almış Orhan Kahyaoğlu. Onu tüm duygusallığına ve kaynakçadaki darlığa karşın tebrik ederim emeği için.

 

Her antoloji, hedefleri, tespitleri, iddiaları ve seçimleriyle, zamana yardımcı olmaya çalışır. Bazen zaman antolojiyi, bazen de antoloji zamanı haklı çıkarır. Gerçek haklı ise şiirdir ve hakkını her daim alır. Şiirin hakkı şiire, sezar!

 


 

* Görsel: Mehmet İnanır

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.