Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Hayatta kalmanın aritmetiği



Toplam oy: 333
Sarah Moss // Çev. Seda Çıngay Mellor
Kafka Kitap
Sular Çekilirken, anne-baba olmanın yarattığı endişeler üzerine bir roman.

“Çocuklarının karşıdan karşıya geçmesi konusunda endişelenirsin, diye düşündüm. Birkaç günün ardından ateşinin gripten değil menenjitten kaynaklandığından endişelenirsin, hele bir de kurdeşen döktüyse. Kötü oğlanların onu baştan çıkaracağından ve senin görebildiğin şeyi onun göremeyeceğinden endişelenirsin. Kendi tecrübesizliğinin ve dünyanın karanlığının ona zarar vereceğinden endişelenirsin, yine de onu koruyabilecek tek şeyin dünyanın karanlığı konusunda edinilecek tecrübeler olduğunu, onu sonsuza dek koruyamayacağını ve korumaman da gerektiğini bilirsin. Olmayacak bir partiye gideceğinden, olmayacak bir uyuşturucu alacağından ya da kaybedecek hiçbir şeyi olmayan öfkeli biriyle aynı gün uçağa bineceğinden endişelenirsin. Günün birinde araba çarptığı için değil, bir virüs hastalanmasına sebep olduğu için değil, bir bıçak kanını akıttığı ya da yangın cildini yaktığı için değil, hiçbir sebebi olmadan birdenbire solunumunun duracağından, okulun spor sahasında kalbinin duracağından endişelenmezsin. Bu yüzden endişelenecek olsaydın nasıl yaşardın ki?”

Adam, iyi bir baba. Zaman zaman ders vermesi için yerel bir üniversiteye çağrılan işsiz doktoralılardan biri. Coventry Katedrali’nin İkinci Dünya Savaşı sırasında bombalanıp tekrar inşa edilmesi hakkında bir kitap yazmaya çalışıyor. Karısı Emma doktor. Adam’a göre, Emma’nın hastalarına ve sağlık sistemine olan bağlılığı, ailesine olan bağlılığından önce geliyor. Ergen kızları Miriam ve küçük kızları Rose’la birlikte, kendi halinde, mutlu bir aile. Bir gün Miriam’ın okulundan gelen, kızın kalbinin ve solunumunun bir anda durduğunu söyleyen bir telefonla hayatları altüst oluyor.

 

 

Sular Çekilirken, anne-baba olmanın yarattığı endişeler üzerine bir roman. Çocuk yetiştirmede aslan payının daima anneye verildiği, hatta anneliğin kutsal addedilip babaların biraz saf dışı bırakıldığı bu durumu Sarah Moss ters köşeden, bir babanın ağzından anlatmış. Moss bir yandan Miriam’ın sebebi bir türlü teşhis edilemeyen, kalıtsal olup olmadığı, Adam’ın otuzlarında denizde yüzerken boğulan astım hastası annesiyle bir ilişkisinin olup olmadığı anlaşılamayan hastalığının etrafında şekillenen yeni hayatı anlatırken bir yandan da sağlık sistemi, akademik yozlaşma, terör, faşizm, cinsiyetçilik gibi gündelik hayatımızın bir parçası haline gelen olumsuzlukları eleştiriyor.

Kitap boyunca Adam bir yandan Coventry Katedrali’nin nasıl yeniden inşa edildiğini anlatırken, bir yandan da felakete sürüklenmiş bu ailenin nasıl yeni duruma uyum sağlayıp yeniden şekillendiğini okuyoruz. Eskisinin aksine karşı tarafı endişelendirmemek için “her şey yolunda” diye başlayan telefon konuşmaları, Emma’nın yavaş yavaş eve erken gelmeye, en azından geç gelmemeye başlaması, hatta arada bir yemek yapması, kızların ceplerinde astım spreyi olmadan dışarıya çıkmamayı normalleştirmeleri, çiftin önce çıkmaza girmiş gibi görünen ama sonra yeni bir biçime bürünen ilişkisi, uyum sağlamak, öğrenmek, hayatta kalmanın aritmetiği…

Sıradan bir ailenin bir anda başına korkunç şeyler gelen bir aileye dönüşmesini büyük bir ustalıkla anlatan Sarah Moss, erkek karakterin duygu durumlarını aktarmakta da bir o kadar usta. Adam’ın kendisini çocukları Ortadoğu’da bombalarla öldürülen ya da Amerika’da bir polis kurşununa kurban giden aileler ağına ait hissetmesi, bazı olaylarda içten içe karısını suçlaması, kendini yetersiz bulması, sevgi ve şefkatini somut bir biçimde ifade etmeye çalışması, endişeleri, çıkmazları, çıkış yolları incelikle aktarılmış. Sular Çekilirken, ebeveynlik travmalarını, dünyanın açmazlarında hapsolmuş aile hayatını anlatıyor. Günü yakala, anın tadını çıkar klişelerini ve “Ölümle karşı karşıya gelindiğinde klişelerin aslında doğru olduğunun ortaya çıktığını…”

 

 


 

 

 

Görsel: Ece Zeber

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.