Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Arial - Helvetica font savaşı



Toplam oy: 1388
Simon Garfield
Domingo Yayınevi

Eğer İngilizce biliyorsanız bu yazıyı okumaya başlarken kısa bir ara verip şu siteyi ziyaret etmenizi önereceğim: http://www.pentagram.com/what-type-are-you/  Tam sizin tipinizin hangi font olduğunu öğrenmek istiyorsanız, o kısa testi yapmanız gerekiyor.

 

 

Geçen yıl Patti Smith kitabı ile gönülleri fetheden Domingo, bu yılı da Simon Garfield'in Tam Benim Tipim, Bir Font Kitabı ile şenlendiriyor. Kitabın başlığından yola çıkarak sakın olaki bu kitabı sadece fontlarla profesyonelce ilgilenenlere yönelik bir çalışma zannetmeyiniz. Kitap, kalem, defter, yazı, tasarım, estetik ile bir nebze olsun bir bağınız var ise bu çalışma sizi uzun süre meşgul edecek, önünüzde yepyeni ufuklar açacaktır. Üstelik bunu bu tür bir çalışma için gerçekleştirilmesi zor bir şekilde, aynı anda hem eğlenceli, hem bilgilendirici olmayı başararak yapacaktır. Bu sayede ayrıca Simon Garfield'i tanımış olacak, belki benim gibi diğer kitaplarının çevrilmesini de merakla bekleyeceksiniz.

 

 

 

Garfield tam da "adam olacak çocuk b.kundan belli olur" deyişini doğrulayan bir örnek teşkil ediyor. 1981'de, 21 yaşında iken İngiliz Guardian gazetesinin yılın öğrenci gazetecisi ödülünü kazanıyor. Aynı yıl BBC'nin Radio Times programında editör yardımcılığı yapmaya başlıyor. Meşhur London School of Economics'in öğrenci birliğinin haftalık gazetesi olmasına rağmen İngiltere'nin en etkin medyalarından birisi olarak bilinen The Beaver'in yönetici editörlüğünü yapıyor. Sonra da bir dizi ilginç araştırma kitabı ile karşımıza çıkıyor. Örneğin İngilizlerin  otomotiv efsanesi meşhur Mini otomobillerinin tarihini yazıyor, bir başka çalışmasında müzik endüstrisinin karanlık dehlizlerinde dolaşıyor. Kendi pul kolleksiyonculuğu saplantısını anlattığı bir kitabı da bulunuyor. İlginç kitaplarından bir diğeri de leylak rengini kimyasal olarak keşfederken aynı zamanda renklerin kütlesel ve seri üretimini başaran kimyacı William Perkin hakkında olanı.

Fontlar kitabı, konuyla profesyonel olarak uğraşmayanlar için önemini belli belirsiz idrak ettikleri, ya da üzerinde düşünmedikleri bir konunun aslında kendi içinde ve gündelik yaşamımızda ne kadar önemli olduğu anımsatıyor. Asıl başarılı olduğu konunun ise hem her gün fontlarla yatıp kalkanların, hem bütün gün o kadar fontla yüzyüze geldikleri halde bunlar üzerinde pek fazla  düşünmeyen benim gibilerin ilgisini çekecek, yararlanabilecekleri bir çalışma gerçekleştirebilmiş olması.

Fontlarla ilişkiniz ne olursa olsun bu kitaptan öğreneceğiniz bir şey mutlaka var. Garfield sadece teknik olarak fontlarla ilgilenmiyor, adeta onların arkeolojisini yapıyor. Gutenberg'le başlayan her harfin harf kalıbı olarak çelik bir çubuğun ucunda ters olarak yontulması, kalıbının çıkarılması, dökülmesi ile başlayan ve bir kaç yüzyıl aynı teknikle devam ederek bugünün elimizin altındaki binlerce font seçenekli dünyasına uzanan süreci roman lezzetinde bir anlatı ve kurgu ile aktarıyor. Kitabı okumanın esinlediği, konunun bir diğer boyutu var ki, onu tartışmak bu yazının da, benim de boyumu aşıyor: bizim, yani bu toplumun fontlarla ilişkisi. FontShop'un (www.fontshop.com) kurucularından ve grafik tasarım dünyasında bir efsane olduğunu öğrendiğimiz Erik Spiekermann'ın ( onun blog'una da bir göz atmayı unutmayınız, http://spiekermann.com ) font tasarımı ile ulusal mimariler arasında koşutluklar kuruyor. Aktarıyoruz: "Spiekerblog adlı blogunda seyahatlerinde karşılaştığı yazılarla ilgili ağır yorumlar yapıyor Spiekermann. Berlin dışında, Londra ve San Fransisco'da da ofisi var ve oraya buraya uçup dururken yazının sadece bir şehri değil, bütün bir ulusun özelliklerini de tanımladığını gözlüyor. Mimariyle koşutluklar görüyor: Bauhaus geometrik Futura'yı -Almanların klasik sans şerif fontu- etkilemiş, buna karşılık uzun İngiliz Viktorya taraçaları onların serif geleneğini yansıtıyor.

 

Bunun ticarette de koşutlukları var. "İngiltere bu günlerde ne yapıyor? Reçel, marmelat, elma şarabı, küçük ezmeler, hediyelik şeyler. İngiliz serifleri çay paketlemeyi tanımladı. Fransızlar parfümü tanımladı, İtalyanlar modayı tanımladı ve biz Almanlar da arabaları tanımladık. Ayrıca Fransa'da her şey otomobil şekilli. Yazı karakterleri bir Citroen 2CV gibi görünüyor." (s. 187-188) Spiekermann Türkiye'ye gelmiş midir acaba? Geldi ise bizi nasıl tanımlamıştır? İslamiyette resim yasak olduğu için epeyce gelişen kaligrafi ve hat sanatımızın tarihi eserler üzerinde bizlerin bile okuyamadığı örnekleri dışında günümüze uzanan yansımaları var mıdır? Türkiye'nin bir font, yazı karakteri var mıdır?

 

 

 

 

Kitabın tasarımına da ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Sözü edilen fontu adı geçtiği anda olduğu haliyle görmek, değişik font örnekleri, okuma sürecini ayrı bir keyif haline getiriyor. Ben görmedim, ama gören bir profesyonel grafiker arkadaşım ABD baskısının fevkalâde olduğunu, Türkçe baskısının o düzeyi yakalayamadığını belirtti, onun yalancısıyım.


Metin o kadar çok ilginç detay, tarihi bilgi barındıyor ki bunları aktarmaya çalışmak neredeyse kitabın tamamını burada yeniden yazmayı gerektirebilir; o yüzden bir kaç örnekle sınırlayalım. Sözgelimi , bundan 20 yıl önce hayatımızda yok iken artık neredeyse herkesin her gün bir kaç kere kullanmak, görmek durumunda kaldığı @ işaretinin farklı kültürlerdeki isimlerini biliyor musunuz? "Bugün öyle kullanılıyor olsa da @ dijital çağın ürünü değildir, hatta en az ampersand kadar eski olabilir. Yüzyıllardır ticaretle ilişkilendirilmiş, amfora ya da testi gibi bir ölçüm birimi olarak tanınmıştı. Birçok ülkede, genellikle yiyecekle (İbranicede Shtrudl, yani meyveli turta; Çekcede zavinak, yani şişte ringa) ya da sevimli hayvanlarla (Almancada Affenschwanz yani maymun kuyruğu, Dancada grishale, yani domuz kuyruğu; Rusçada sobaka, yani köpek) ya da ikisiyle birden (Fransızcada escargot, yani salyangoz) bağlantılı yerel adlara sahip." (s.268)

 

 



Peki, "hızlı kahverengi tilki tembel köpeğin üzerinden sıçrıyor" (the quick brown fox jumps over the lazy dog" cümlesini duyanlardan mısınız? Duymayanlardan mı? Duymayanlardansanız bunun anlamını öğrenmek için maalesef kitabı almak durumunda kalabilirsiniz. Bu ingilizce cümleyi youtube'a yazarak videosunu ücretsiz izleyebilirsiniz, ama espriyi bilemeden.


Kitabı bitirdiğinizde 335-336. sayfalardaki İnternet adreslerine bir göz atmayı da ihmal etmeyiniz. İlginizi çekecek konular olabilir. Mesela Arial-Helvetica Font savaşı, gibi




Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.