Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bir kadın ve bir psikiyatristten yaşama çağrı



Toplam oy: 1120
Gülseren Budayıcıoğlu
Remzi Kitabevi
'Önce kaderimin beni sürüklemeye çalıştığı yola girmemek için elimden ne gelirse yapacağım... Artık beni nereye götüreceğini biliyorum ama onun götürdüğü yere gitmeyeceğim... Sonra da yepyeni yollar çizeceğim kendime... İçinde acı, keder, umutsuzluk, haksızlık, adaletsizlik ve yenilginin hiç olmadığı yollar... Onun için size daha fazla ihtiyacım olacak... Siz yanımda oldukça bazı şeyleri yapabilirim gibi bir umut var içimde... Beni bırakmayacaksınız değil mi?' -‘Ben hep buradayım Ala...’ -‘Öyleyse kork benden dünya! Yeter artık benim korktuğum, biraz da sen kork...’

Hastasıyla arasında bu konuşmalar geçen bir psikiyatristin yaşayacağı mutluluğun yoğunluğunu tahmin edebilmek o kadar da zor olmasa gerek. Bu sözler, anlaşılabileceği gibi, terapinin başarısını gösteriyor. Bu başarıya giden yolun zorluğunun derecesi, tahmin edilebilir mi, bir sonuç olan başarıyı görebilme kolaylığıyla, ondan o kadar emin değilim. Bu zorluğu biraz olsun kavrayabilmek için ise, Gülseren Budayıcıoğlu’nun “Hayata Dön” adlı yapıtını okumak zorunlu, en azından başlangıç olarak.

 

 

Gülseren Budayıcıoğlu’nun, Remzi Kitabevi’nden yayımlanan Hayata Dön kitabındaki özgeçmişi –aslında ‘dolugeçmiş’i olarak da okunabilir- çok renkli ve yoğun. TED Ankara Koleji’ni bitirdikten sonra, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne giriyor. Bu arada TRT Ankara Radyosu’nda ve TRT televizyonlarında kadrolu spiker ve sunucu olarak görev yapıyor. Tıp Fakültesi’ni -ben yazarken zorlanıyorum TRT’de kadrolu olarak çalışan bir insanın tıp gibi bir daldan mezun olabilmesinin zorluklarını düşündüğümde- bitirmesinin ardından, Hacettepe Üniversitesi’nde uzmanlık eğitimine başlıyor ve bunu da başarıyla tamamladıktan sonra aynı üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Yaptıklarıyla yetinmiyor, bir yıl süreyle, Hacettepe Üniversitesi ve TRT’nin işbirliğiyle hazırlanan ve TRT televizyonlarında canlı olarak yayımlanan, “İnsan ve Dünyası” adlı sağlık ve eğitim programlarında, yapımcı ve sunucu olarak görev alıyor. Abartıyor olabilirim ama, ancak böyle bir insan, çok çok sorunlu ve birçok hekimin başka meslekdaşlarına ‘önerdiği’ Ala’yı tedavi edebilir. Ala da –gerçek olsa da olmasa da, adı Ala olsa da olmasa da- bunu sezinlediğinden olacak, ısrar ediyor Gülseren Budayıcıoğlu’nun kendisini hasta olarak kabul etmesi için ve haklılığını, bu çalışkan, girişken ve çok yönlü psikiyatrın kitabının sonunda gerçekleşen ve girişte sunduğumuz konuşmalarla, görüyoruz.

 

 

Hekimlerin, psikiyatrist ya da psikiyatr’ların, kitap yazmaları yeni değil –gerçi doktorların hep başka işlerle ve de hakkıyla ilgilendikleri bilinir, karşılaşılan doktorlara aslında gerçek ‘iş’inin ne olduğu hep şakayla karışık sorulur- ama, yazdıkları kitaplarda yeni ve bilinmedik şeyler anlatıp anlatmadıkları, tıpkı her yazar için söz konusu olduğu gibi, merak edilir.

 

 

Gülseren Budayıcıoğlu, son yıllarda moda olan kişisel gelişim kitaplarında boğulacak kadar sık raslanan ‘çevrenize birazcık sevgi gösterin’ önerisini, öyle büyük bir sabırla, ayrıntılarla öyle zenginleştirilmiş bir halde ve öyle inandırıcı olarak anlatıyor ve de sözcüklerine yalınlıkla çokanlamlılığı öylesine güçlü bir biçimde yüklüyor ki, yapıtı, uzmanlık alanının çerçevesini çok aşarak, edebiyata giriyor. Hayata Dön’ün tamamı neredeyse bir metafor olarak algılanabilir, anlaşılabilir ve anlamlandırılabilir hale geliyor. Ala, Budayıcıoğlu’nun protagonisti, bazı bölümlerde yavaş, bazı bölümlerde ise oldukça hızlı bir biçimde değişiyor ve sonunda, imrenilen bir roman kahramanı olarak olağanüstü bir dönüşüme uğruyor ve okura kendini kabul ettiriyor.

 

 

“Çevremizle ve kendimizle olan sorunlarımızın büyük bir bölümünü, hem çevremize hem de kendimize olan sevgimizi –bu sevgi yoksa da onu var edip- bilgi ve sabırla yoğurarak aşabiliriz, aşamadığımızda ve sorunlarımız yaşamımızı olumsuz etkiler hale geldiğinde ise, uzmanlardan destek ve yardım arayabiliriz” de diyor bana göre başka birçok değerli görüşünün yanı sıra Gülseren Budayıcıoğlu ama bunu nasıl anlattığı, benim tırnak içindeki çıkarımımdan çok daha önemli.

 

 

Başlıkta, “Bir kadın ve bir psikiyatristten yaşama çağrı” demiştim, burada, ‘Kadın’ sözcüğüne ne gerek var diye sual eden olursa, Budayıcıoğlu ile Ala arasındaki ilişkinin başlangıcında, Ala’nın tuhaf ve aşırı saldırgan tavırlarıyla çirkinliğinin hekim üzerinde nasıl bir itici etki yaptığının ve bu kızı hasta olarak kabul etmeyeceği ‘kesin’ kararına nasıl ulaştığının, Ala’yla bir bölümü zoraki görüşmelerinin devamında onu sevmeye kendisini nasıl zorladığının ve sonunda hastasını nasıl büyük bir güçle sevmeye başladığının ve onu iyileştirmeye büyük bir enerjiyle giriştiğinin önce okunması, sonra anlamlandırılmasının zorunluğunu anımsatırım.

 

 

Bunu, hiçbir erkek hekim alınmasın, ancak bir kadının yapabileceğini düşünüyorum. Ancak bir kadın, böylesine zahmetli bir işe girişebilir,  ancak bir kadın, karşısındakini –bu kişi, kendisinden nefret ediyor bile olsa- bu kadar sevilesi bir hale sokabilir. Bu görüşlerimin aksini kanıtlamış olan ancak benim kendilerinden haberdar olmadığım erkek hekimlerden özür dileyerek “Hayata Dön”ü, bu gezegendeki zorunlu konukluğumuzun hiç olmazsa bazı kişisel ve düzeltilebilir sorunlarına çözüm bulabilmemize büyük yarar sağlayacağı düşüncesiyle, öneriyorum.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.