Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Çavdar Tarlasında Bir Ömür



Toplam oy: 117
Ünlü edebiyatçı J. D. Salinger’ın hayatı üzerindeki sis perdesini aralayan Salinger, sadece bir yazar biyografisi olmanın çok ötesine geçiyor. Bir belgesel, bir karakter analizi, dedektiflik öyküsü, yakın tarihin panaroması, edebiyat üzerine bir tez ve belki de daha fazlası.

Çavdar Tarlasında Çocuklar romanının yazarı J. D. Salinger hakkında söylenecek çok şey var ve aynı zamanda -mükemmel bir tezat olarak- o kadar da çok şey yok. Söylenecek çok şeyin olmasının sebebi… Eh, Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı okuduysanız ve Salinger ile onu çevreleyen efsaneye biraz olsun aşinaysanız yirminci yüzyılın en önemli kitaplarından birini yazmış bu adam hakkında birkaç kelime edilebileceğini düşünebilirsiniz. Söylenecek pek bir şey olmamasının sebebi ise Salinger’ın ömrünün çoğunu mahremiyet içinde, gazetecilerden ve her fırsatta soluğu onun yaşadığı yerde alıp onunla tanışmaya can atan hayranlarından uzak bir biçimde geçirmesiydi. Kimse onun ne yaptığını bilmiyordu. Bilenler de bu konuda konuşmamayı seçiyordu. Ancak ölümünden sonra ona en yakın olan birçok insan konuşmaya karar verdi. Ve de Salinger’ın hayatını bir sis perdesiyle örten efsanenin gerçeklerini anlatmaya başladılar.

 

Salinger kitabı, sadece bir yazar biyografisi olmanın çok ötesine geçiyor. Bir belgesel, bir karakter analizi, bir dedektiflik öyküsü, yakın tarihin bir panaroması, edebiyat üzerine bir tez ve belki de daha fazlası.

En büyük derdi dertsizlik
ABD’nin hasarsız atlatıp sonrasında zenginleştiği Birinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde doğar Salinger ve ülkesinin korunaklı ve zengin talihini paylaşır. Babası gelenekçi, sert, dindar bir Musevi, annesi ise İrlanda asıllı bir Katolik’tir. Zengin ailenin şımartılmış çocuğu olarak bir fanusun içinde yetişir ve erken yaşlarından itibaren bir isyan büyütür içinde. En büyük derdi belki de herhangi bir derdinin olmamasıdır. Roman ve öykülerinde anlattığı karakterlere benzer bir biçimde okul hayatı çok sorunlu bir gençtir. Tiyatro ve edebiyat dersleri hariç neredeyse tüm dersleri berbattır ve okul yönetimine göre bunun sebebi “zeki ama ağır hasar görmüş bir çocuk” olmasıdır. Ancak belki de bunun sebebi “yazmak” dışında pek bir şeyle ilgilenmemesidir. Unutulmaz karakteri Holden Caulfield gibi o da defalarca okul değiştirir.
Sonrasında hayatının ilk büyük travmasını İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşar. Takıntılı bir şekilde sevdiği sevgilisi Oona O’Neill’ın Charlie Chaplin’le evlendiği haberini gazetelerden okur ve hemen ardından Normandiya Çıkarması’na katılmak üzere İngiltere’ye gönderilir. Normandiya, Hürtgen, Ardenler ve Kaufering boyunca, hayatındaki en büyük tutkusu olan yazmaya tutunur. Belki de Avrupa cephesinde yitirdiği masumiyeti ömrü boyunca sanatında arar. Yıkılmış, parçalanmış, insanlığını yitirmiş bir dünyada şahit olduğu dehşetin ardından bu yıkık üslubun artık kendi üslubu olduğunu bilerek evine döner. Savaş hakkında neredeyse hiç yazmasa da belki de döndükten sonra yazdığı her şeyde savaşın bir izi vardır.

Yazdı ve pişman yaşadı
Salinger, Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı yazmaya savaştan önce başlamış olsa da çok sonrasında tamamlayabilir ve kitap ancak 1951’de basılır. Her şeyi kâğıda dökmesi on yılını alır. Hayatının geri kalanını da bu kitabın pişmanlığıyla geçirir. Çavdar Tarlasında Çocuklar ona çok az insanın hayal edebileceği bir şöhret kazandırır ve birçok insan böylesi bir şöhrete kucak açacakken o sırtını döner. Doğal olarak insanlar onun bu “garip” tepkisini sorgular ve anlamlandıramaz. Ancak kim bilir, belki de onun şöhretle olan ilişkisi mümkün olan en aklı başında ilişkidir.
Salinger eserlerinde amaçsız, pusulasız, çöküşün eşiğinde veya yıkık, zeki, hassas, içine düştüğü dünyanın saçmalıklarıyla ve sahtelikleriyle baş edemeyen çocukların, gençlerin portresini çizer daima. Çoğunlukla kendisini anlatır. Kırılan kalbini, travmaya uğratılmış aklını… Olduğundan daha mükemmel bir biçimde anlatır. Tutkuyla ve hevesle. Yirminci yüzyıla damgasını vuracak gençlik isyanının ne olduğunu kimse bilmeden önce ilk işaret fişeğini yakarak yazar. Titizlikle yazar. Noktasına virgülüne bile dokunulamayacak bir hassasiyetle.
Münzevi yazar arketipidir. Tavizsiz ve kayıtsız bir kesinlikle yazar.
Mükemmeliyetçi bir takıntıyla yazar. Aylarca ve hatta yıllarca usanmadan, kusursuzu bulana dek yılmadan. Salinger, kaybettiği masumiyeti ve ruhu bir ömür boyu yazarak, onca sahte insanın arasında nasıl yaşayabildiklerine inanamadığı insanlardan uzakta bir ömür geçirerek yazar.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.