Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Siyaset ve cinayet



Toplam oy: 821
Son Teşebbüs için polisiye nitelemesi yapmaktansa, suç kurgusunu kullanan siyasi bir roman demek daha yerinde bir değerlendirme olur.

Günümüzden çok uzak bir zamanda başlıyor hikaye. Ayasofya’nın inşa edilişinin üzerinden neredeyse iki bin yıl geçtiğine göre, 2500’lü yıllardayız. Mekan İstanbul. Ne var ki, arsızca sergilenen akıl almaz bir zenginlik ile kesif bir yoksulluğun iç içe geçtiği, türlü diller konuşan dilenci çocukların kanıksandığı, bakımsız ve pis caddeleri, tasarım ucubesi "modern" mimarisiyle iç karartan bildiğimiz İstanbul'dan çok farklı bir kent burası. Çünkü, eşit ve Özgür bir dünyanın temellerinin atılmasının üzerinden 200 yıl geçmiş; insanı erdemli kılan, erdemi özgür bırakan, insanın kendisinden başka kimseye sorumlu olmadığı bir toplumsal düzen kurulmuş. İstanbul -bütün dünya ile birlikte- kirinden, çamurundan, suçtan, fenalıktan arınıp yaşanacak bir kent haline gelmiş.

 

Son birkaç yıldır tanıklık ettiğimiz siyasi ve toplumsal olaylardan, hele ki Suruç’ta patlayan bombadan sonra, hayal edilmesi bile imkansız bir gelecek kurgulamış Hatman. Öyleyse sözü romanın isimsiz anlatıcısına bırakarak devam edelim: “Yakalanma ve suçlu bulunma hakkı yoksullara aittir!"

 

Bizim toplumumuzda ise bugün yoksul bulunmuyor. Yoksul olmayınca, toplum yoksullar ve varsıllar diye bölünmeyince cinayet sebebi bulmak zorlaşıyor açıkçası. Devlet sönümleneli çok oldu, siyaset de bitti, cinayet de. Yüz yıl oldu -mektupta da yazdığı gibi- yüz yıldır para, iktidar, ideoloji, siyaset, kıskançlık, aşk ve her nedenle olursa olsun cinayet işlenmedi. (...) Bağırdım, kendime bağırdım. Kızdım kendime, saçmalıyorsun, dedim. Kim, neden cinayet işlesin ki? Çok saçma!” Roman kahramanının bu tepkisi, aldığı bir mektuptan kaynaklanıyor. Çalıştığı gazeteye gönderilen mektubu yazan kişi bu düzenin temellerini dinamitlemek amacıyla bir cinayet işleyeceğini söylemektedir. Anlatıcı önemsemek istemediği mektubu tam o sırada çıkagelen arkadaşı Can’la paylaşır. Can, cinayetin her şeyin sonunu getireceği fikriyatından hareketle mutlaka engellenmesi gerektiğinde ısrar eder. Polisiye tarihi üzerinde çalışmalar yapan arkadaşları Andrea’yı da aralarına alarak kendi araştırmalarına başlarlar...

 

Araştırmaya başlamadan önce çözülmesi gereken açmazlar vardır önlerinde. Öyle ya, devletin, resmi kimliklerin, tapu, sigorta numarası ve benzeri belgelerin olmadığı, hiç kimsenin kaydının tutulmadığı, vergi ödenmeyen, polisiye çağının araç ve gereçlerinden “yoksun” bir çağda nasıl hafiyelik yapılır? Üstelik cinayetin düzeni yıkmasından korkarken onu engellemeye yönelik önlemler almak da düzeni tehdit etmez mi? Başka bir deyişle; düzeni savunmak bu defa devleti yeniden inşa etmek anlamına gelmez mi? Herkesin eşit olduğu çağda birilerinin kahraman ve kurtarıcı rolüne soyunması eşitliğin sonunu getirmeyecek mi? 

 

Düştükleri açmazın farkında olmakla birlikte kahramanlarımız olası katili ve kurbanı bulmak için yine de harekete geçeceklerdir... 

 

Polisiye kurguda siyasi-felsefi meseleler

 

Biraz daha ilerlersek romanın sürprizlerini ifşa etmek durumuna düşebilirim; bu nedenle özeti burada kesmekte fayda var. Sadece hikayenin beklenmedik bir seyir izlediğini, katilin kimliği açığa çıktığında o sayfaya kadar yazılanları yeniden gözden geçirmeniz gerekeceğini söyleyebilirim. 

 

Gelecek zamanda geçen olayların anlatıldığı romanlarda ya bilimkurgusal öğeler ya da toplumsal tasarımlar öne çıkar. Hatman ikinci yolu seçmiş; odaklandığı konu siyaset ve felsefe. Bilim ve teknolojinin 2500’lü yıllarda ulaştığı nokta hakkında da fikir yürütmemizi sağlayacak tasvirlerde bulunmamış. Ne araç ve gereçlerden ne de akıl almaz icatlardan söz ediyor. Bu romanda insan türünün gerçekleştirdiği en akıl almaz icat, kurdukları toplumsal düzen. Suç örgüsünü de bu toplumsal düzene dayandırmış Hatman. Böylelikle siyasete bakışını, mevcut siyasi anlayışlara ve liderlik kültüne yönelik eleştirisini dillendirme fırsatını bulmuş.

 

Hatman’ın ortaya koyduğu, tartışmaya açtığı, okuyucuyu da etkin bir okuma pratiği içine çeken fikir ve meseleleri önemli buluyorum. Bugünün ve geçmişin siyasi ve toplumsal problemlerini, iktidar ve sınıf kavgalarını, büyük yıkımlarını kerteriz almış, onları geleceğe yansıtmış, orada billurlaştırmış ve sorunsallaştırmış. Son Teşebbüs bu yanıyla daha güzel bir dünya ve devrim inancını taşıyan okuyucularla diyaloğa giren bir metin. Ancak polisiye beklentileri ağır basan okuyucular için bazı sıkıntılar olduğunu düşünüyorum. Özellikle geleceğin toplum yaşantısının tarifine ayrılan uzun b.lümlerin suç kurgusunu gölgelediğini söyleyebilirim. Roman olaylardan ziyade diyaloglar ve açıklamalarla ilerliyor. Katilin -daha doğrusu katil adayının- ve muhtemel kurbanın kimlikleri, biraz karmaşa yaratmakla birlikte hikayenin polisiye yanını tahkim etmek açısından etkileyici bir koz sağlamış Hatman’a. Ne var ki Hatman bu kozu yine siyasi ve felsefi tartışmada kullanmayı tercih ediyor. Son Teşebbüs için polisiye nitelemesi yapmaktansa, suç kurgusunu kullanan siyasi bir roman demek daha yerinde bir değerlendirme.

 

Peki, ya alt başlıktaki “gastro” s.zcüğü nedir, diye sorabilirsiniz. Onu da Erol Üyepazarcı’dan bir alıntıyla yanıtlayalım; “Bu arada dedektifimiz ünlü İspanyol polisiye roman yazarı Manuel Vázquez Montalbán’ın komünist ve ağzının tadını bilen ünlü dedektifi Pepe Carvalho gibi size zevkle okuyacağınız yemek betimlemeleri de yapıyor.”

 

 


 

 

* Görsel: Tayfun Pekdemir

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.