Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Sözcüklerden post-modern bir resim



Toplam oy: 1462
Hasan Cüneyt Bozkurt
Geniş Kitaplık
Sözcükten Resimler, sanatın hiçbir dalı aslında gerçekliği birebir temsil etmez (etmek zorunda değil) görüşüne dayanarak kurgulanmış.

Hasan Cüneyt Bozkurt, Aydın/ Söke doğumlu. Öğretmenlik yapıyor. Henüz 30'lu yaşlarının başlarında. Oysa yapıtları, düşünce ve yaratıcılık alanında çoktan sağlam bir altyapı edindiğini kanıtlıyor. Bence Bozkurt, Çağdaş Türk Edebiyatının kalıcı isimlerinden biri olacak.

 

Yazar, daha çok öykü ve roman türlerinde üretiyor. Öyküleri Altzine, Berfin Bahar, Beşparmak, Edebiyat Haber, Kirpi, Patika ve benzeri değişik ortamlarda sunulan çeşitli dergilerde yer almış. Bu öykülerin bazıları Altzine ve Altkitap seçkilerine girmiş. Yazara 2011 Ümit Kaftancıoğlu Öykü Seçkisi'nde de yer verilmiş.

 

Sözcükten Resimler, Bozkurt'un roman türündeki ikinci yapıtı. 2014 baharında yayımlandı.  İlk romanı On Otuz ise okurlara 2012 yılında ulaşmıştı.

 

Kendisi ayrıca Beşparmak dergisinin yayın kurulunda görevli. Bildiğimiz gibi,  Beşparmak dergisi, yayın hayatını 1980'lerin sonundan bu yana sürdüren, Egeli pek çok edebiyat insanının emek ve özverisi ile ayakta kalan bir dergi. Anadolu'daki dergiciliğin değerli bir temsilcisi. Dergi ayrıca Söke Sanat, Edebiyat ve Kitap Günleri'nin gerçekleştirilmesine her yıl koyduğu katkıyla da biliniyor. Yazarın sağlam adımlar attığı ve edebiyatımızın post-modern örnekleri arasında sıyrılacağı inancındayım.  

 

Okunduklarının bilincinde karakterler

 

Sözcükten Resimler'de yazar, "Yeni Roman" akımına uyan bir yazın yaklaşımı sergiliyor. Dilin gerçekliği temsil özelliğiyle yetinmiyor, gerçekliği kurmayı amaçlıyor. Yaratma sürecini romanının konusu yapıyor. Yaratma uğraşını irdelerken psikoloji ve felsefeden yararlanıyor.  

 

Yazarın yazdığı "yazar karakter" dolayımıyla romanına dâhil olduğunu, romanın evrelerini, kurgunun düşünsel temelini ince ince işlediğini fark ediyoruz. Ayıca kurmaca gerçeklik içinde doğan karakterler yazılmakta ve okunmakta olduklarının bilincindeler. Roman içindeki romanın yazarı Kadir, bir yerden sonra kurmaca içindeki kurmaca gerçeklikle bağını yitirse bile, hâlâ her şeye, özellikle kendi kaderini yönetmeye kadir. Sergilenen yaratıcı eylemin tanrısal nitelikleri öne çıkarılmış. Örneğin Kadir yaratısını ardında ve "kendinde ivmesiyle yaşar" bırakıp sahneden ayrılmış.

 

Başka noktalar da var vurgulanacak. Bozkurt'un özenle kurduğu dünya, okuru anlatıya kapılmak kadar mesafe almaya da teşvik ediyor:

 

Metin kat kat açılıyor. Her kat kendi anlatıcısını ve öne süreceği karakterleri ayrıştırıyor. Romanın temel karakterleri, Fikri, Sevim, Kenan, Zeynep ve Kadir, farklı anlatı katlarında beliriyor, diğer katlara düşen gölgeleri metni kendi özünden zenginleştiriyor. Çizgisel bir anlatı değil, Sözcükten Resimler. Kolay bir roman da değil. Omurgasındaki işlevsel hareketlilik, dikkat gerektiriyor. Güzel olan şeylerden bir diğeri; bu bağlamda okurun dikkatinin çekilebilmesi. Bilindiği üzere post-modern edebiyat kavrayışında "anlam üretme" sorumluluğu, okurundur. Okurun yeterliliği soruşturulmaz; okurun yetersiz kaldığı durumda dahi yazar diktatörce oyunlara girişmez. Post-modern yazan yazarların, gerçekliğin okurun iradesiyle yeniden yaratılması karşısında gerekli olgunluğu sergileyebilmesi, hatta farklı yaratılara olanak tanıyacak oyunlu bir biçem benimseyerek bu durumdan keyif alması beklenir. Sözcükten Resimler böylesi bir çabanın içinde.

 

Hasan Cüneyt Bozkurt, kendine yakın bulduğu bir edebiyat damarından esinlenmiş. Romanda, post-modern yazının kalıtla kurması beklenen türde bir ilişkiyi de denemiş. Kadir, esasında ressam. Sağlam bir felsefi ve sanatsal düşünce pratiğinden geliyor. Roman, Kadir ve yazarın eliyle, çağdaş dünyayı yorumlayan başat felsefi kavrayışlara selam da veriyor.

 

 

Anlayacağınız, romanda post- modernizmin temel ilkelerinin hemen hepsinin izini sürebileceğim duygusuna kapıldım okurken:

 

(I) Modernizmde kaçınılmaz olan her şey eskimeye yüz tutmuş ve geçersizdir. Doğru, akıl, erdem, tanrı, gelenek… bu kavramlara  dolup boşalarak yaşamak anlamsızdır. Post-modern yazanlar, ironi ve parodinin terkisinde yapısal ve dilsel denemelere açılır.

 

(II) Post-modernizme göre mutlak bir gerçeklik yoktur. Bu yüzden yazar, romandaki gerçeklik için tam açıklık hedeflemez. Zaten çağdaş dünya insanı, anlamı, kendine en uygun, en odaklandığı yerden başlayarak üretir.

 

(III) Elimizdeki gerçeklik, imgeyle fiziksel dünya arasında yitip kaybolmaya mahkumdur.

 

(IV) Doğrunun, akıl yürütmenin ve ‘bilgi edinmenin' olanaklılığı tartışmalıdır / tartışılmalıdır.

 

(V) Postmodernizmdeki  öncesiz ve sonrasız koşul, şüphedir.

 

(VI) Postmodernizm çoklukla ilgilenir. Şeylerin çoğulcu oluşuna vurgu yapar.

 

Üst kurmacasal açıdan Sözcükten Resimler, resim veya yazı (aslında sanatın hiçbir dalı) gerçekliği birebir temsil etmez (etmek zorunda değil) görüşüne dayanarak kurgulanmış.

 

Kitabın son bölümündeki 40 maddelik Yaratılış Suresi, her tür yaratma ediminin mucizevi bulunmaya hak kazandığına dikkat çekmekle birlikte romana ilişkin irdelemeye de açık bir kapı bırakmış:

 

1. Tanrım, "Benim adımla oku" demiştin, ama senin adınla yazmaya başladım.

 

2. Belki ilişip yapışan bir sudan, belki pişmiş topraktan yarattın beni. Ve ben de sözcüklerden yarattım Fikri'yi, Sevim'i, Kenan'ı, Zeynep'i ve diğerlerini.

 

Okurların Sözcükten Resimler'i okumaktan heyecan duyacaklarına inanıyorum. Hasan Cüneyt Bozkurt'un izleyen yapıtlarını da takip etme kararlılığımla, herkese iyi okumalar diliyorum.

 


 

* Görsel: Lorette C. Luzajic

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.