Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Vergilius'un Ölümü, Ahmet Cemal'in zaferi



Toplam oy: 1831
Hermann Broch
İthaki Yayınları
Ancak okuru uyarmamız gerekiyor, zor bir metin bu; çok mesai, dikkat, konsantrasyon isteyen bir okuma süreci var önünüzde, herkese göre olmadığı aşikar.

Hermann Broch'un Vergilius'un Ölümü’nün çevirisi hiç kuşkusuz 2012 yılının en önemli edebiyat olaylarından birisidir. Ahmet Cemal'in çevirmenlik macerasının başlarında karşılaştığı ve çok etkilenerek hayatının en önemli etkinliği haline getirip kırk yıl üzerinde çalıştığı bir roman bu. Vergilius'un Ölümü, bırakın sıradan okuru,  zor metinleri seven okuyucu için bile güç bir metin. Ayrıca çeviri ne kadar iyi olursa olsun, şiirsel ve müziksel özellikleri yüksek olan Almanca bir metnin bu özelliklerinin Türkçede yeniden yaratılmasının olanaksız olduğunu, her şiir çevirisinde olduğu gibi, bu metnin de eksilerek Türkçeleşmesinin kaçınılmaz olacağını unutmamak gerek. Umarız bir yerlerde bir çevirmen tıpkı Ahmet Cemal gibi Uyurgezerler üzerinde çalışıyordur. Böylece Vergilius'un ürküteceği okurlar ondan çok uzaklaşmadan Broch evrenine daha yumuşak bir geçiş yapabilirler.

 

 

 

 

 

 

              (Görsel çalışma: Ali Çetinkaya)

 

 

 

 

 

Broch 1886'da Viyana'da, zengin bir Yahudi ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Gençliğinde bir yandan edebiyat ile ilgilenirken öte yandan da ailesinin tekstil fabrikasında çalıştı. 1909 yılında, sonradan Vergilius'da da etkilerine rastlayacağımız bir kararla Katolikliği seçti. Broch, Batı Avrupa romanının özellikle James Joyce'dan etkilenen modernist kalkışmasının tam göbeğinde yer alıyor. Canetti, Rilke, Musil gibi kendi döneminin önemli isimleri ile bire bir tanışıklığı olan Broch, Musil gibi maddi açıdan şanssız bir insan değildi üstelik; tekstil fabrikasını sattıktan sonra rahatlıkla tüm zamanını edebiyata vakfederek kırk yaşında ilk romanı Uyurgezerler'i yayımladı. 1938'de Nazilerin Avusturya’yı ilhak etmesi ile toplama kampına kapatıldı. Vergilius'u yazmaya da bu kampta başladı. Aralarında James Joyce'un da bulunduğu edebiyatçı dostlarının düzenlediği bir kampanya ile serbest bırakılıp önce İngiltere'ye, sonra da romanını bitireceği ABD'ye gitti.

 

 

 

 

 

Bilinç akışı tekniğiyle yazılan Vergilius'un konusu, Roma İmparatorluğu'nun en büyük şairi Publius Vergilius Maro'nun yaşamının son 18 saati. Vergilius Maro’nun Aeneis isimli eseri, Roma İmparatorluğu'nun hikayesini anlatan bir tür ‘ulusal epik’ olarak nitelendirilir. Virgilius Maro, eserinde, Homeros'un İlyada ve Odysseia'inden ilham alarak Yunanlıların işgali sonrasında Truva’yı terk eden Ankhises'le Afrodit'in oğulları Aeneas'ın yaşamını ve İtalya kıyılarına ulaşarak Roma'yı kuruşunun hikayesini anlatır. Edebi form olarak ise yine Homeros'un ‘Dacytlic hexameter’ ya da ‘Heroic hexameter’ olarak bilinen ritmik şemasını uygular. Batı edebiyatında önemli bir etkisi olan Vergilius, İlahi Komedya'da, Dante'nin cehennemdeki rehberi olarak da karşımıza çıkar. Zira Vergilius'un bir özelliği de Eski Roma'da cehennemden söz eden ilk şair olmasıdır. Bilindiği gibi Dante Cennet'e gittiğinde rehber değişir; Vergilius'un yerini Beatrice alır.

 

 

 

 

 

 

Sanat neyi değiştirebilir?

 

 

 

 

Broch'un Vergilius'u, Batı Avrupa romanının en cüretkar denemelerinden birisidir. Bu denemenin ne kadar başarıya ulaştığı ise tartışma konusudur. Bu türden tartışmalı metinlerin hepsinde olduğu gibi eleştirmenler ve okuyucular karşıt kamplara bölünürler: Bir yanda fanatik hayranlar, eseri bir başyapıt olarak niteleyenler öte yanda negatif eleştiriler. Dört elementin isimlerinin bölüm başlığı olarak seçildiği dört bölümden oluşan roman, büyük epiği Aeneis'i gözden geçirmek için Atina'ya seyahat eden Vergilius'un dönüş yolunda hastalanması ve Brindisi limanına gemi ile dönüşü sırasında başlar. Roma her zamanki gibi hareketli, canlı, cıvıl cıvıldır ama bir moral çöküntü içerisindedir. Şairin, edebiyatçının o bitmek bilmez sorgulaması, hesaplaşması başlar: Ne işe yaradı eserim? Ahmet Cemal'in kitaba yazdığı önsözde vurguladığı gibi; “Roma'da iktidar sahipleri ve halkın bir kesimi tarafından daha kendisi hayatta iken onca yüceltilmiş şiirleriyle, gerçekte acılarla, kargaşayla ve adaletsizliklerle dolu bir dünyada aslında neyi değiştirebilmiş olduğunu sorgular. İç monoloğun akışı boyunca bu sorgulama, şiir sanatından yola çıkarak sanatın geneline yayılır ve ‘Sanat neyi değiştirebilir?’ sorusunda odaklaşır.”

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

 

Vergilius, dostlarının pek yücelttiği Aeneis'i reddetmekte ve yakılmasını, ortadan kaldırılmasını istemektedir. Dostları, en başta da Augustus onu bu kararından vazgeçirmeye çalışırlar. Augustus'a göre artık Aeneis, Vergilius'tan çıkmış ve Roma'nın olmuştur. Yine Cemal'in belirttiği gibi bu bölümde ‘sanat ve iktidar’ sorunu gündeme gelir.

 

 

 

 

 

Broch'un, Vergilius'u ve Roma'yı eksene koyarak gerçekleştirmeye çalıştığı tartışma, döneminde yaşanan büyük toplumsal olayların, Nazizm’in yükselmesinin, ikinci savaş sırasında ve öncesinde yaşanan büyük çöküntü ile gün yüzüne çıkan; kriz içerisindeki bir toplumda genelde kültürün özelde edebiyatın yerinin ne olduğu konusudur. Dolayısıyla dostlarıyla olan diyalogları dışında baştan sonra bir içsel monolog olan bu romana koyu bir karanlık hakimdir. Ayrıca Hristiyan teolojisi konusunda birikim sahibi okurun, özellikle son bölümü, Broch'un Katolikliğe dönmüş olduğunu akılda tutarak okumasında fayda olacaktır. Vergilius'un Eclogues yani Seçmeler isimli eserinin dördüncü bölümü Mesiyanik kehanetleri ile bir tartışma konusu olagelmiştir. Bu da kimi yorumcular tarafından Broch'un Katolikliğe dönüşü ile ilintilendirilir.

 

 

 

 

 

Kitabın basılır basılmaz ikinci baskısını yapmış olmasını görmek oldukça sevindirici. Ahmet Cemal'in tutkusunu ve çeviri macerasını bizlerle paylaşmasının okurun merakını tetiklediği anlaşılıyor. Ancak okuru uyarmamız gerekiyor, zor bir metin bu; çok mesai, dikkat, konsantrasyon isteyen bir okuma süreci var önünüzde, herkese göre olmadığı aşikar. Uzun, bir noktasına geldikten sonra nasıl başladığını unutacağınız yoğun ve karışık paragraflar; mitolojiye, tarihe yapılan göndermeler, belki de metni okurken başka okumalar yapmanızı da gerekli kılacaktır. Başta da vurguladığımız gibi kaçınılmaz bir şiirsellik ve müzikalite kaybı olsa da Avrupa romanının bu en önemli metinlerinden birisinin artık Türkçede olması paha biçilmez bir kazanç. Kırk yıllık emeği için Ahmet Cemal'e şükranlarımızı sunuyoruz.

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.