Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Felsefe

Felsefe

“KARA KARA” DÜŞÜNDÜREN MELANKOLİ



Toplam oy: 423
Helene Prigent
Yapı Kredi Yayınları

“KİM DELİ DEĞİL Kİ?
KİM UZAK MELANKOLİDEN?
KİME DEĞMEMİŞ MELANKOLİ ELİ
GELİP GEÇİCİ YA DA KALICI BİÇİMDE?”
                                        ROBERT BURTON
                                        MELANKOLİNİN ANATOMİSİ, 1621


"Bugün melankoli sözcüğünü de içeren bunalım, her dönemin üstüne bir taş eklediği, iki bin yıldan daha yaşlı, eski bir anıtın yüzeyindeki pastan başka bir şey değil aslında. Melankoli denen ve sözcüğün direnciyle ortaya çıkan şey, yalnızca sözcüğün tarihinin ve zaman içinde birbiri ardına kazandığı anlamların aydınlatabileceği karmaşık bir gerçekliği açığa vurur." Héléne Prigent’ in Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan  "Melankoli- Bunalımın Başkalaşımları" isimli kitabı melankoli sözcüğünün içerdiği anlam kadar karmaşık ve bir o kadar da anlamlı bu cümleyle okuyucuya merhaba diyor.

Melankoli üzerine bu zamana kadar Türkçede hazırlanmış en kapsamlı çalışmalardan biri olan bu kitap, melankoli sözcüğünün arkeolojisini de içinde barındıran kültürel bir ürün aynı zamanda. Bu tarihsellik içindeki ilk durak melankoli sözcüğünün de ilk kullanıldığı yer olan Antik Yunan olarak karşımıza çıkmakta. Varlık anlayışının da derli toplu bir biçimde ilk olarak ortaya çıktığı yer olan Antik Yunanda Melankholia olarak ortaya çıkan sözcüğün sözlük anlamının kara safra olduğunu öğreniyoruz Prigent’in çalışmasından. Kara safra olarak tanımlanan ve vücutta olduğu varsayılan maddenin insana acı veren bir özelliği olduğuna inanan Yunanlılar bu maddenin vücutta fazla bulunması durumunu ise melankoli hastalığı olarak betimlemişlerdir. Dolayısıyla İnsan vücudu üzerine çalışmaların ilk yapıldığı dönemlerde melankoli de vücudun salgıladığı bir maddenin tepkimesi olarak ortaya çıkan bir hastalık olarak yorumlanır olmuş Antik Yunan ve Roma topraklarında. Melankolinin hastalık olarak görülmekten çıkması içinse Hıristiyanlığı beklemek gerekecektir. Burada ise acedia olarak karşımıza çıkan sözcüğün anlamı Antik Yunan’dakine yakın biçimde önemsemezlik ve acı olarak karşımıza çıkmakta. İki dönem arasındaki farklardan biri ise Yunanlıların bir hastalık olarak betimledikleri melankolik duruma, Hıristiyanların iblisin işi gözüyle bakmalarıdır. Bunun yanında Antik melankolide imgelem dehaya yol açarken, Hıristiyanlıkta insanı günaha sürüklediğine inanılmaktadır. Dolayısıyla kutsal kitaplarda iyi bir keşişin bu iblisten (öğle iblisi de denir) kesinlikle uzak durması gerektiği öğütlenmektedir. İki dönem arasındaki bu kadar farlılığa rağmen değişmeyen tek şey tanımlamalar farklı olsa da melankolik durumun nereden kaynaklandığına dair yüzyıllar boyunca bir sebep gösterilmemiş olmasıdır. Bu durumu üstlenecek olan ise Ortaçağ düşüncesi olacaktır. Bu dönemde Hıristiyanlığın Acedia’sı tüm ruhsal özelliklerinden arınıp, bir tembellik durumuna dönüşürken, Antik Yunan’ın melankolisi ise Satürn ve şeytanın işbirliği olarak tanımlanıp, korkunç bir uğursuzluk olarak damgalanır. Melankoliye hak edilen itibarının iadesi için ise bireyin her şeyin üstünde tutulduğu Rönesans dönemini beklemek gerekecektir. İnsanı her şeyin temeli olarak gören bu yaklaşımda melankoli de tıpkı Antik Yunandaki gibi dehanın bir göstergesi olarak okunmaya başlamıştır. Melankolinin yeniden değer kazanması olarak görülebilecek bu dönemde en çok katkısı olan ise yaptığı gravürlerle melankoli serisi oluşturan Albrecht Dürer olmuştur. Ancak bu yüceltme uzun sürmeyecektir. Aklın temel alındığı ve duyguların arka plana itildiği dönem olan Aydınlanma tüm ruhsal durumlara yaptığı gibi melankoliyi de tekrar tarihin tozlu odasına itecektir. Bu dönemde melankolinin sadece bireyin yaşadığı bir boşluk durumu olarak tanımlanması, aydınlanma düşüncesine tepki olarak ortaya çıkan Romantiklerin de itiraz noktasını oluşturmuştur. Toplumdan uzak yaşayan duyarlı bireye değer kazandıran, imgelemin kaynaklarını aklınkilere yeğ tutan, gerçekdışılığı özgün bir dışavurum biçimi olarak gören romantik sanatçılar Antik melankolinin kimi özellikleriyle yeniden bağ kurarak Antik dehaya temel oluşturan melankoli imgesini tekrar diriltirler. İnsan varlık olarak ortaya çıktığından bu yana sürekli sallantılı bir zeminde kendine yer bulan melankoli için romantik dönem son sığınak olacaktır. Romantizm sonrası günümüze kadar gelen dönemde melankoli tekrar bir belirsizliğe gömülmüş ve boşluğa atılmıştır. Kierkegaard’ın deyişiyle artık “Tinin histerisi” bir durumdur melankoli. Dolayısıyla, Antik yunanda dehaya yol açan melankoli günümüzde tam tersi bir anlama bürünüp imgeleme zarar veren bellek görüngüsüne indirgenir olmuştur.

Prigent’in bu değerli çalışması insanlık kadar eski bir ruh halinin arkeolojisini yaparken, aynı zamanda bu yüzyılda var olan çarpık melankoli anlayışına da bir ışık tutmaktadır kanımca. Her şeyden önce içinde bulunulan dönemin varlık anlayışına göre anlamlandırılan melankolik ruh halinin yüzyılımızda yersiz-yurtsuzlaşması, bu yüzyılın varlık anlayışının da bir yansımasıdır aynı zamanda. Göçebe bir ruh haline sahip olan ve çoğu zaman melankolik ruh halini hastalık sanmaya kadar varacak bir akılcılığa saplanan çağımız insanına da tarihsel bir kapı aralayan “Melankoli/ Bunalımın Başkalaşımları” isimli bu değerli çalışma, sadece akademik inceleme yapan insanların değil, gün içinde çalışırken, okurken, yolculuk yaparken ya da hiçbir şey yapmazken gözleri bir yerlere dalıp giden herkesin okuması gereken bir kitap aynı zamanda.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Felsefe Yazıları

“Ve bugüne kadar istisnasız bütün devletlerin... nihai amacı olan ebedi barış, kötü savaşları bitirmemizi ve kendisine ulaşmak için en uygun görünen (belki de bütün devletlerin tek tek ve tümden cumhuriyetleşmesini sağlayan) bir anayasa kurmamızı talep eder.

“Girit’e kaçmak, Girit’te yaşamak, Atina’da ölmenin alternatifiydi. Fakat Sokrates Atina’da ölmeyi seçti. Sokrates, Girit’e felsefeyi sokmak uğruna yaşamını korumaktan ziyade, Atina’da felsefeyi korumak uğruna yaşamını feda etmeyi tercih eder. Eğer Atina’da felsefenin geleceğine ilişkin tehlike o kadar büyük olmasaydı, Sokrates, belki de Girit’e kaçmayı seçerdi.

“Sanat eleştirisi öğretmekle geçirdiğim uzun yıllar beni şuna ikna etti ki, bir imgeyi değerlendirmenin en iyi yollarından biri onu gözlemlemek ve üzerine düşünüp konuşmaktır. Sanat eleştirisi bunu gerektirir ve bu kitabın derdi de bu.

“Fotoğraf felsefesinin amacı, insan ve aygıt arasındaki mücadeleyi fotoğraf alanında ortaya çıkararak, sözkonusu karşılığa olası bir çözüm aramaktır”

“... nesnelerin beni (özgür bir varlığı) nasıl etkilediği asla anlaşılır şey değildir. Ben yalnızca nesnelerin nesneleri nasıl etkilediğini kavrarım. Ama ben özgür olduğuma göre (ve ben, kendimi nesnelerin bağıntısı üzerine çıkarıp, bu bağıntının kendisinin nasıl olanaklı olmuş olduğunu sormak suretiyle olanım), ben asla hiçbir şey, hiçbir nesne değilim.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.