Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Felsefe

Felsefe

“ÖLÜM DENİZİNDE YÜZME”NİN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI



Toplam oy: 520
David Rieff
Agora Kitaplığı

"…Ve hiçbir rasyonel varlık
Hissetmeyeceği ve görmeyeceği şeyden korkamaz
Diyen bütün o aldatıcı zırvalar
Tam da bu değil mi korktuğumuz- görüntü yok, ses yok
Yok, hiçbir şey, sevecek ya da bağlantı kuracak,
Hiç kimsenin geri dönmediği o uyuşukluktan başka."

"Dünyaya bir şey kattım. Bunun için de, ondan bir şey alacağım; Kendimi”…Yirminci yüzyılın fotoğraf, edebiyat, sinema ve daha birçok alanında düşünce üretmiş olan ve kendi deyimiyle “dünyaya bir şey katan” Susan Sontag için yaşadığı yüzyılın aydını demek onu tanımlamak için yetmese de az da olmaz kanımca. Geride bıraktığı 17 kitap ve okuru sarsan üslubu ile akıllarda kalan ayrıcalıklı yeri bunu destekler niteliktedir. Türkçede ilk olarak fotoğraf üzerine yazdıkları ile tanıdığımız Sontag, bu alanda kendi oluşturduğu terminoloji ve bakış açısı ile görsel sanatlara yaklaşımda yeni ve ufuk açıcı bir kapı aralamıştır.

Oğlunun deyimiyle hayatı yaşaması “arzulu” sözcüğü ile tanımlanabilecek ve hayatını bir kütüphaneyi doldururcasına yaşayan Sontag’ın kütüphanesi 2004 yılının aralık ayında bir daha açılmamacasına kapandı. Oğlu David Rieff’e ise geride kalanın cevapsız soruları ve kimsenin deneyimlemek istemeyeceği anıları kaldı. Annesinin ölümünden ancak 4 yıl sonra kaleme aldığı “ölüm denizinde yüzmek” başlıklı anı kitabı ise Pınar Savaş çevirisiyle Agora yayınları tarafından dilimize kazandırıldı.

Löseminin bir çeşidi olan ve tıpta MDS  olarak bilinen hastalık, bundan önce 2 kez kanser olan(1970-meme kanseri, 1990- uterin kanseri) ve bunu hayatı yaşayarak atlatan Sontag’a bu kez izin vermeyerek onu aramızdan ayırdı. Oğul Reiff ise hastalığın teşhis edildiği andan itibaren tam dokuz ay boyunca annesinin yanındaydı. Başkasının ölümünü ontolojik olarak kavrayabilmek mümkün değilse de, geride kalanın deneyimleri açısından ölümlülüğü kavrayabilmek olarak tanımlayabileceğimiz durumu David Reiff’ın sonuna kadar yaşadığını söylemek yanlış olmaz. Annesinin ölüme doğru nasıl gittiğini bir oğlun kaleminden okumanın okur için de başka bir deneyim sahası oluşturduğunu söylemek pekâlâ mümkün. Her ölüm erken ölümdür sözünü doğrularcasına yaşanan bir sürecin dışavurumu olarak okunabilecek kitapta, oğul Reiff’ın, Sontag’ın ölüme giden bir Varlık olarak yaşadıklarını anlatamasa da ki bu mümkün değildir, en yakınındakinin ölümünü deneyimleyen biri olarak yaşadıklarını anlatabilmesi büyük bir cesaret ve ontolojik bir bakış olarak yorumlanabilir. Hayatı boyunca Elias Canetti ismi üzerinde çalışan ve onun iktidar ilişkilerini yorum teknikleriyle harmanlayan Sontag, aynı iktidar ilişkisini ölümünde de bizzat deneyimlemiştir. Hayatta sadece “var olmayı” seçen birinin ölüme doğru var olduğunu bile bile geride kalan her anı değerlendirmek isteğinin altında da bu iktidar yatmaktadır. Kendi ölümünü bilmek çoğumuzun altında ezilebileceği bir durumken, Sontag için oğlunun gözlemlerine dayanarak söyleyebiliriz ki, kendi ölümünü ölmekten başka bir şey değildir. Oğul Reiff için annesinin ölümü bir “hadise” ise de, Sontag için kendi ölümü bir hadise değildir ve olamaz da. Bu yalnızca ölüme-doğru-var olan kişinin deneyimleyebileceği eksistensiyal bir fenomendir. Bunu yaşamda sadece var olmayı seçen Sontag’ın yapabilmesi ise pek zor olmamıştır. Yine oğul Reiff’ın gözlemlerine dayanarak, Sontag’ın öleceği ana kadar büyük bir azimle yaşamayı sürdürdüğü ve her zamankinden daha çok çalıştığını söylemek mümkündür. Ancak bu durumda bile öleceğinin yani artık var-olmayacağını bilmenin sancısı ve acelesi gizlidir. Tam da bu yüzden ölüm en bağlantısız ve en zati varlık imkânımız olarak önümüzde durur.

Bir geride kalan olarak David Reiff’ın gözlemleri ise tam da kitabın ismine yakışır niteliktedir. Ölüme doğru giden annenin ardında kalan kocaman ve dipsiz bir ölüm denizinde yüzmektedir. Bu ruh halini olduğu gibi dışa vurabilmekse büyük bir samimiyet örneğidir ve Reiff’ın bunu son derece samimi bir şekilde yapabildiğinin en önemli kanıtı olan bu kitap, çoğu zaman geride kalanın cevapsız soruları ile köşeye sıkışan Reiff’ı okurla dertleşmeye kadar götürür. Annesinin ölecek olmasını ve ölümünü kabullenememe ve bunun doğurdu hırsı için okurdan özür dileyen David Reiff, okuyucu için de tam da bu noktada başka bir deneyimleme alanı oluşturur: annesinin ölümünü yaşayan oğulun deneyimi. Okuduğu çoğu yapıtta seyirci rolünü üstlenen okurun bu durumda aynı koltukta oturması mümkün değildir. Çünkü konu ölümdür ve herkes bir gün ölecektir. Var olmamızın etrafını çepeçevre saran bu mefhumu hep düşünmemek, ertelemek istesek de bir gün yanı başımızda buluveririz. David Reiff’ın bu deneyimi bize tüm çıplaklığı ile anlatması okur ve her şeyden önemlisi ölümlü varlıklar olarak canımızı sıksa da, ontolojik olarak bu deneyimi yorumlamak bir okurun en önemli ayrıcalığıdır kanımca. Bunu yaşatmanın edebi başarı olduğunu da hesaba katarsak, yirminci yüzyılın anlatım ustası olan Susan Sontag’ın oğlunun annesinin mirasını devam ettirdiğini söylemek tam anlamıyla mümkündür.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Felsefe Yazıları

“Ve bugüne kadar istisnasız bütün devletlerin... nihai amacı olan ebedi barış, kötü savaşları bitirmemizi ve kendisine ulaşmak için en uygun görünen (belki de bütün devletlerin tek tek ve tümden cumhuriyetleşmesini sağlayan) bir anayasa kurmamızı talep eder.

“Girit’e kaçmak, Girit’te yaşamak, Atina’da ölmenin alternatifiydi. Fakat Sokrates Atina’da ölmeyi seçti. Sokrates, Girit’e felsefeyi sokmak uğruna yaşamını korumaktan ziyade, Atina’da felsefeyi korumak uğruna yaşamını feda etmeyi tercih eder. Eğer Atina’da felsefenin geleceğine ilişkin tehlike o kadar büyük olmasaydı, Sokrates, belki de Girit’e kaçmayı seçerdi.

“Sanat eleştirisi öğretmekle geçirdiğim uzun yıllar beni şuna ikna etti ki, bir imgeyi değerlendirmenin en iyi yollarından biri onu gözlemlemek ve üzerine düşünüp konuşmaktır. Sanat eleştirisi bunu gerektirir ve bu kitabın derdi de bu.

“Fotoğraf felsefesinin amacı, insan ve aygıt arasındaki mücadeleyi fotoğraf alanında ortaya çıkararak, sözkonusu karşılığa olası bir çözüm aramaktır”

“... nesnelerin beni (özgür bir varlığı) nasıl etkilediği asla anlaşılır şey değildir. Ben yalnızca nesnelerin nesneleri nasıl etkilediğini kavrarım. Ama ben özgür olduğuma göre (ve ben, kendimi nesnelerin bağıntısı üzerine çıkarıp, bu bağıntının kendisinin nasıl olanaklı olmuş olduğunu sormak suretiyle olanım), ben asla hiçbir şey, hiçbir nesne değilim.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.