Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap


Arşivi

En çok okunanlar  


Yeni yazı, kendi hikayesini yazan yazarların çağı...

Geçtiğimiz günlerde Türkiye'nin en önemli edebiyat ajanlarından, eleştirmenlerinden olan Barbaros Altuğ'un bir söyleşisine katıldım tesadüfen. Altuğ, yazar adaylarına eserlerinin yabancı dile çevrilmesi konusunda yapmaları gerekenlerden söz ederken yeni yazıdan, yeni edebiyattan da söz açıldı elbette.


Geride bırakılanlar mı?!!

Ah ömrümde duymadığım, duyduğuma da inanamayacağım bir şey: Bilerek unutulan, bilerek bırakılan kitaplar! Nerede oluyor bu yahu, olay İsveç'te falan mı geçiyor derken, anlaşıldı. Bizim ülkemizde gerçekleştiriliyormuş ama Avrupalılar tarafından! Antalya'da bir kitabevi, turistlerin otellerde bıraktıkları kitapları toplayıp daha sonra 1 liraya tekrar satıyormuş.


İlle de roman olsun!

Ne kadar şaşırmıştım ben Melih Cevdet Anday'ın Raziye'sini okuduğumda... Şaşırmıştım çünkü söz konusu Melih Cevdet Anday gibi büyük bir edebiyatçı olsa da, evvela bir şairin böylesine harika bir roman yazmasını beklemiyordum açıkçası. Beni şaşırtan diğer şey ise bu kadar güçlü bir romanın böylesine gölgede kalması, edebiyat tarihimiz içinde hani neredeyse, es geçilmesiydi.


Türkiye'nin kısmeti, bir gün gökten düşüverir mi?!

"... zor kararlar, değiştirici kararlardır. Oysa kimin cumhurbaşkanı seçilebileceğine karar vermek az çok kolaydır, evet. Ve nice belirsiz durumun bu kararla çözümlenmeyeceği bellidir. Nedir belli olmayan? Hayat pahalılığının önümüzdeki yıllarda ne ölçüde artıp halkın daha ne gibi darboğazlardan geçeceği belli değildir.


Germinal! Modern insanın kara yazısı...

“Ve ayaklarının altında, derin darbeler, kazma darbeleri devam etmekte idi. Bütün arkadaşları orada idiler, sanki kendisini her adımda takip etmekte idiler. Şu pancar fidanının altındaki iki büklüm çalışan Maheude değil mi idi? Sağda, solda, daha ileride, buğdayların, genç ağaçların altında başkalarını fark eder gibiydi.


Müebbet edebiyat...

"Dünya zehirli, sarı bulutlarla kaplanmış. Başka renk kalmamış. Ses yok. İğrenç bir uğultuyla dolmuş her boşluk. Bir dağın tepesinde cam bir odaya kapatılmışım. Zirveden aşağıya bakıyorum. O zamana kadar görmediğim büyüklükte bir gemi. 'Uzay gemisi bu,' diyorum. Dizilerden, filmlerden… Ve insanlar… Her yerde, her yönde insanlar. Gemiye yürüyorlar.


Hikaye yeniden başlıyor!

Bazı sanatçılar vardır, ölüp gider sır olurlar, bazılarıysa nasıl yaparlarsa yaparlar, hem yaşarken hem de öldükten sonra sırrın kendisi olurlar. Sanatın kalıcılığı belki de burada, "sırrın kendisi" olmakta yatar. Hayatı da sanatı anladığımız kadar anlıyoruz ne de olsa. Geriye hayattan çok sanat kalıyor ama... Bütün bunları İzzet Ziya Bey düşündürüyor bana.


Yazar ölür, yazı başlar!

"Bugün kendimi Hegel’in betimlediği yaşlı Yunan gibi hissediyorum biraz: Hegel, bu adamın yaprakların, nehirlerin ve rüzgarların çıkardığı sesleri, kısacası Doğa’nın tüm titremelerini planlı bir zekanın izlerini görebilmek için hiç yorulmadan, tutkuyla incelediğini söylüyordu.


Çiçekler, dikenler, ciddi adamlar ve Küçük Prens'in vasiyeti…

Berkin’e…

 

Küçük Prens’le onun hikayesini bize anlatan dostunun henüz yeni tanıştığı günlerden biridir. Dostumuz bozulan uçağını tamir etmek için uğraşmakta, Küçük Prens ise kafasına takılan bir soruyu ona sormaktadır:

 

“Koyun, dikenleri olan çiçekleri de yiyorsa eğer dikenler ne işe yarar ki?”

 

Dostumuz cevap verir:


Edebiyat ve vicdan

Biliyorsunuz Nobel ödüllü Çinli yazar Mo Yan, Türkiye’ye geldi. Mo Yan yaptığı konuşmada kendisine sorulan sorular üzerine dikkat çekici, kanımca edebiyat okurunu da biraz zedeleyici, iki yanıt verdi. Biri sansür üzerineydi.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.