Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

İnsanlık Tarihinin En Kötü Kararları



Toplam oy: 1339

Benim tarihin insanlara acı çektiren kısmıyla kurduğum ilişki “Bir insan bunu neden yapar ki” ve “Neden kimse engel olmadı” cümleleri etrafında döner. Tarihsel sürece bütünüyle hâkim olmak isterim. Yeterli akademik alt yapıya sahip olmadığımı düşündüğüm için zekice yazılmış ve olayların iyi analiz edildiği ancak kolay okunan metinleri tercih ederim.

İnsanlık Tarihinin En Kötü Kararları; insan olma tarihinin içinde bu kadar keyifli olacağını ummadığım bir yolculuğa çıkardı beni... Kraliyetleri, şehirleri, milyon dolarları, şirketleri ve kuşkusuz en acısı masum insanları yok eden; kimi zaman iyi niyetle kimi zaman aptallıkla kimi zaman da hırsla alınan kararları okurken, uzun zamandır eksik kaldığım birçok tarihsel gerçeği de öz ve determinist biçimde ve sanki bin yıldır biliyormuşum gibi kavramış oldum. Ve itiraf ediyorum tarihe, tarihin oyunlarına, iktidar psikolojisine olayları gözümde canlandırabilecek kadar kolay hâkim olacağımı hiç tahmin etmezdim.

Zamanda yolculuk, pek çok din ve kültürde karşımıza gelen ve eğer bilim adamlarının bulguları doğru ise tüm insanlığın ortak ataları olan ve “alt tarafı beraber bir elma yiyen” Adem ile Havva’nın ilk günahlarıyla başlıyor. Yılan kılığına girmiş Şeytan tarafından kandırılan Havva, Adem’i yasak elmayı yemeğe ikna edince ikisi de insanlığın baş suçluları olarak tarihteki yerlerini alıyorlar. Caretta Yayıncılık tarafından Türkçeye kazandırılan kitapta AIDS’in insanlığın başına nasıl geldiğinden, Sovyetler’in nükleer mirası Çernobil’e, liselerde hep anlatılan ve “budalalık bakımından tüm ödülleri hak eden 1. Dünya Savaşı”nda Avusturya Kralı’na yapılan suikastin şuursuzluğu, rastlantısallığı ve kimsenin umurunda olmayan kralın savaş çığırtkanlarınca savaş sebebi olarak gösterilmesine kadar pek çok farklı ve ilgi çekici tarihsel gerçeklik bugüne kadar söylenegelmiş spekülasyonlarla ve rivayetlerle beraber önemli bir araştırma olarak sunuluyor.

Kitapta en kötüleri arasından seçilmiş 50 karar bulunuyor. 50 kararla bile bütün tarihe yetecek kadar öfke biriktirmemiz mümkün:

Mesela, Roma hükümdarı Neron, sarhoş taklidi yapan birkaç kişiyi görevlendirip çeşitli yerlerde yangınlar çıkarttırmış. Roma cayır cayır yanarken alevlerin güzelliğiyle övünüp şarkılar söylüyormuş. Şehrin üçte ikisi yanarken binlerce insan ölmüş. Neden diye sorduğumuzda; “Neron yeni saraylarına yer açmak istediği için” cevabını veriyor tarih bize. Esefle...

Bruce J. Ismay, inşa ettiği batmaz sanılan gemi Titanik’teki yetersiz filikalar sebebiyle 1503 kişinin ölümüne sebep olmuş. Filikalar neden yetersiz diye bir daha sorduğumuzda alacağımız cevaplar “Geminin tasarımında yolcuların konforu ve güvertedeki estetik görüntü açısından 40 yerine 20 filika kullanmanın daha doğru olduğunun kabul edilmesi” etrafında gelişiyor. Diyorum ki Neron deliydi, peki ya İsmay?

Çinlilerin Başkanı Mao Zedung 1950’lerde Büyük Atılım planıyla kendi halkından en çok insanı öldüren lider olmayı başarmış. Açlıktan ölen Çinli sayısı 40 milyon... Nasıl bir yönetim anlayışı 40 milyon kişiyi öldürebilir? Bir plan –hiç kimse ölmüyormuş gibi- insanın vicdanını nasıl ele geçirebilir? 

“Hamile ve emziren kadınlara, anne ve çocukta hiçbir olumsuz etki görülmeden güvenle verilebilir” diye reklamı yapılan ve 50 ülkede pazarlanan bir ilacı, firmasının sadece ve sadece daha çok kâr elde etmek istediği için test aşamasını tamamlamadan piyasaya sürmesiyle 15 bin çocuk korkunç doğum kusurlarıyla doğmuş. Böyle bir kolektif suça nasıl göz yumulur?

Kararların sebeplerine, suçlularının psikolojik, sosyolojik, felsefi ve tarihsel profilleri ve sonları da dâhil edilerek yer verilmiş. Her birinin etki alanları ve yol açtığı felaketler farklı olsa da hepsi, benzer motivasyon kaynakları tarafından yönlendirilen kötü kararlar. İnsanlığın katıksız aptallığı ve bu aptallığa kayıtsız kalışını, ülkelerin, insanların sonunu getiren ihtirasları ibretle okuyoruz.

Olayların anlatıldığı edebi nitelikteki eserlerden alıntılarla da yaşananların ne denli trajik olduğu gözler önüne serilmiş. Ancak kitap anlattığı felaketlere rağmen oldukça eğlenceli ve akıcı bir dille yazılmış.

İnsanın insan olma yolunda aslında hiç mesafe kat edemediğini, vicdansızlığa göz yummaların bireysel bilinçten kolektif bilince kadar nasıl etki ettiğini, milyonlarca kişinin ölümüne yol açan olaylarla, her seferinde aynı meleklerle ve şeytanlarla tarihi nasıl yeniden yazdığını gösteriyor bize. Görüyoruz ki, özüne Adem ile Havva işlenen insanoğlu varoluşundan bu yana devam ediyor her seferinde dünyayı etrafında döndürmeye çalışmaya, her seferinde münferit sayılan/sanılan olaylarla tarihi yeniden yazmaya...

Oscar Wilde’ın dediği gibi: “Düşen bir çığda hiçbir kar tanesi kendini olan bitenden sorumlu tutmaz.” Kimse kendini sorumlu hissetmiyor hâlâ...

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.