Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

İnsanoğlu kuş misali



Toplam oy: 1271
Marcel Beyer
Ayrıntı Yayınları
Sarsıntılar, yanlış anlamalar, açıklanmaya muhtaç ayrıntılar ve gizem, kitap boyu okuru rahat bırakmıyor.

Konu darboğazından mı yoksa hâlâ söylenecek şeylerin varlığından mı bilinmez, dönem romanları birbiri ardına yayımlanıyor. Biraz kitap karıştıranlar artık bu romanlarda hiç olmazsa konuya daha farklı açılardan bir bakış görmek istiyor. Bunun örnekleri ise bir elin parmağını geçmiyor.

 

Dönem romanı yazmaya koyulanların önünde birkaç risk ya da açmaz var. Birincisi olayları gerçeğe uygun şekilde aktarma sıkıntısı. İkincisi, kurguyla zamanın ruhunu denkleştirme. Son olarak iç mantık meselesi. Tüm bunları bir araya getirmek kolay iş değil. Bu anlamda öne çıkan az sayıda isimden biri Marcel Beyer.

 

Beyer, kişilerin yaşamıyla tarihin akışını eşleştirmesi, zaman zaman paralellikler ve ayrılıklar oluşturmasıyla dikkat çekiyor. İlk kitabı Yarasalar'da ülkesi Almanya'nın geçmişiyle hesaplaşırken de aynı yolu izlemişti. Şimdi Kaltenburg'da da buradan yürüyor. Dolayısıyla yarattığı fark, çok da kolay akla gelmeyecek ayrıntılar ve kişisel özelliklerle tarihin üstüne gitme olarak şekilleniyor.

 

"Doldurulmuş bir hayvanın ömrü daha uzundur"

 

 

Beyer'in yarattığı hikayenin kahramanları Hermann Funk ve profesör Ludwig Kaltenburg, geçmişin karanlık noktalarında farkında olarak ya da olmayarak debelenirken belirsizliklerin doğurduğu şüpheler aynı zamanda her şeyin belirleyicisine dönüşüyor.

 

Funk ile babasının arkadaşı Kaltenburg'un tanışıklığı 1930'lara dayanıyor. Bütün hayatını kuşlara ve onların davranışlarını anlamaya adayan Kaltenburg'un 1930'la 1945 arasında, Almanya'da o dönem pek çok bilim insanı olduğu gibi kimi karanlık noktaları bulunur. Ama Funk'un bunu kavraması, bazı parçaları bir araya getirmesiyle mümkün olur. Gerçekte Funk'un tuhaf bulduğu şeyler var, mesela Kaltenburg laboratuvarında neden çok sevdiği kuşların birbirini öldürmesine izin verir? Bunu niçin araştırır?

 

Öte yandan Funk, Kaltenburg için kafasındaki tereddütü hep saklı tutar. Çünkü yıllar sonra karşılaşıp sohbet ederken bile hem geçmişteki hem de o günlerdeki kesin cümleleri dahi onun için gizemini korur. Üstelik bir ornitolog adayı ve onun öğrencisiyken bile Funk, Kaltenburg'un kendisine "yarattığı" dünyadan huzursuzluk duyar. "Hayvanlar mı? Ben sizi inceliyorum" dediği gün, Funk hariç onu dinlemeye gelenlerden hiçbirinin içine kurt düşmez.

 

Kaltenburg'un yazılarında geçen "ölüm atmosferi"nin yaralı kuşları, evsizleri ve dünya görüşleri arasında ezilenleri kapsaması bir veri olarak kabul edilebilir aslında; pekâlâ "katliamla" eşdeğer görülebilir. "Doldurulmuş bir hayvanın ömrü daha uzundur" sözü de aynı şekilde.

 

Funk'un tüm bu olup bitenlerden anladığı, profesörün korkunun peşinden gitmek için çeşitli yöntemler aradığı, geliştirdiği ve bulduklarını bir şekilde uyguladığı. Funk'un, Dresden'in aksine Posen günleri kapalı olan profesöre dair şu saptaması da ilginç: "Ludwig Kaltenburg bir zoolog olarak insanın kendi geçmişine bakma ve geçmişte aldığı hatalı kararları düzeltme yeteneğine yaşamı boyunca özel değer biçti. Ancak ben geçmişe bakınca hep kutusunun içindeki yaralı gökgerdanı ve yan odada babamla profesörün hasta kuşlar üzerine tartışmasını, bayağı sığırcığımızın profesör Kaltenburg'un daha ilk ziyaretinde onun omzuna konuşunu görüyorum."

 

Kaltenburg'un kimi çalışmalarındaki belirsizlikten doğan kaygı ve onun Nazi Partisi üyesi olduğunun konuşulması bir gerçek mi yoksa iftira mı? Bu da Beyer'in Funk aracılığıyla bizim zihnimize yerleştirdiği bir şüphe.

 

"Hepimiz hata yaptık"

 

Profesörün Posen'deki hayatını örtmesi, Funk'un annesi ve babasıyla ilişkisi ve yine Funk'un geçmişe dair hatırladıkları, Beyer'in kitapta verdiği ipuçlarından bazıları. Ayrıca kuşların toplanması ve dumandan kaçması, üzerlerinde kimi deneylerin yapılması ve kamp, Beyer tarafından birer metafor olarak kullanılıyor. Böylece yazar, romanda bir tür tümevarım yöntemi de izliyor.

 

Kaltenburg'un "hepimiz hata yaptık" sözünü, Funk'un hayatını özetleyen "yanılsamalar birbirimizin içine geçiyor ve elimizde olmadan hep birlikte yeni bir anının içinde tökezliyoruz" cümlesi izliyor. Dolayısıyla insanlar da kuşlar gibi; korkuyor, bu korku onu yanlış rotalara sürüklüyor, haliyle bir kayboluyor, bir görünüyor. Bir gizleniyor, bir ortaya çıkıyor.

 

Sarsıntılar, yanlış anlamalar, açıklanmaya muhtaç ayrıntılar ve gizem, kitap boyu okuru rahat bırakmıyor. Funk da aynı bu rahatsızlıkla Kaltenburg'u, babasını ailesinin geçmişini, hatta kendisini araştırıyor. Şüphe ve korku Funk'un içini kemiriyor ama öbür taraftan da onu yanıtlar bulmaya iten bir dürtüye dönüşüyor.

 

Sonuç mu? Tüm bu duygular ve düşünceler de kuşlara benziyor. Ama zihnin duvarları arasına hapsolmuş, sağa sola çarparak birinin gelip o kapıyı açmasını bekliyor. Beyer, o eli elbette gösteriyor. Fakat bu da romanın sürprizi...

 


 

* Görsel: Nate Williams

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.