Eleştiri Arşivi
Eleştiri // En çok okunanlar
//php print_r ($fields); ?>
İlk önce Almanya’da 1932’de yayımlanmış Hazreti Muhammed. Kitabın yazarı Esad Bey’i ise, kendisi üzerine yazılan biyografiden tanıyoruz. Esad Bey’le ilgili Tom Reiss’ın söz konusu biyografisi, ‘The Orientalist’ adını taşıyor.
//php print_r ($fields); ?>
“İstanbullu” olmak, belli bir şehirde hayatını sürdürmenin ya da bir şehrin sakini olmanın çok ötesinde, bundan çok daha dallı budaklı, çok daha karmaşık şeyler düşündürtüyor bana.
//php print_r ($fields); ?>
Jack Kerouac, “Yolda” romanı ile Beat Kuşağı’nın hayat felsefesini dünyanın pek çok yerinde bir “kült” haline getirmişti. Hatta “Beat Kuşağı” terimini ilk kez kullanan da Kerouac’tır.
//php print_r ($fields); ?>
henry ve june, anaïs nin’in ömrü boyunca tuttuğu günlüklerin arasında 1931’in sonundan başlayan ve 1932 yılının sonuna dek uzanan bir yıllık bölümünün gözden geçirilmiş yeniden basımı. yazarın cinsel ve romantik hayatı üzerine odaklanmış bu anlatı okurunu çokeşlilik ve kadın cinselliği üzerine düşünmeye teşvik ediyor.
//php print_r ($fields); ?>
Hikmet Temel Akarsu, kaybedenlerin hikâyelerini yazmanın bir kazanç olmadığını en iyi bilenlerden biri.
//php print_r ($fields); ?>
Hitkitap modern Arap edebiyatının Nobelli yazarı Necip Mahfuz çevirilerine Aynalar ile devam ediyor, çok da iyi yapıyor.
//php print_r ($fields); ?>
Eğer İngilizce biliyorsanız bu yazıyı okumaya başlarken kısa bir ara verip şu siteyi ziyaret etmenizi önereceğim: http://www.pentagram.com/what-type-are-you/ Tam sizin tipinizin hangi font olduğunu öğrenmek istiyorsanız, o kısa testi yapmanız gerekiyor.
//php print_r ($fields); ?>
İpek Çalışlar’ın yeni biyografi çalışması Halide Edib (Everest yay.) Cumhuriyet tarihinin simge kadınlarından Halide Edip’in mücadelelerle, olaylarla, maceralarla dolu hayat hikayesini aydınlatıyor.
//php print_r ($fields); ?>
Adı dost meclislerinde zikredile zikredile bir entelektüellik klişesine dönüşen, birçoklarının nazarında uzun ve sıkıcı planlara sahip "sanat sineması"nın temsilcisi olan Tarkovski’nin filmlerine gerçek anlamda nüfuz edebilmek için sinemasal bir perspektiften çok daha fazlasına ihtiyaç var.
//php print_r ($fields); ?>
Zaman zaman duyuyoruz, romanın güncel tanımları ile uyuşmayan bir büyük yapıttan söz açtığınızda, “Ama o klasik…” diye başlayan ve çoğunlukla tamamlanmayan savunmalar, söz konusu yapıtları “konu dışı” tutmalar, onları adeta kitaplığın üst raflarında tozlu uzun bir sessizliğe gömmeler… Pek sık rastlanır durumlar oldu. Neden acaba?